Yüzyıllardır beden üzerinde kurulan çeşitli tahakküm mekanizmaları ile toplumda bir korku kültürü oluşturulmuştur. Bu tahakküm ilişkisi özellikle insan cinselliği üzerinden inşa edilmekle birlikte çeşitli söylemlerle desteklenmektedir. Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar hakkında toplumda hakim olan belirli önyargıların ve korku senaryolarının direkt olarak bu tahakkümle ilişkisini kurmak bugün bizler için mümkün görünüyor. Tıpkı ortaçağda vebanın milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet vermesi ve yol açtığı kolektif histeri hali gibi 20. Yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan HIV/AIDS krizi de benzer bir etkiye yol açmıştır. Bu durum, 80’lerde ortaya çıkan HIV/AIDS hakkında günümüze kadar gelen büyük bir bilgisizliğe ve şehir efsanelerinin ortaya çıkmasına öncül olmuştur. Bilinmeyenin yarattığı histeri hali, korkunun toplumun çeşitli katmanlarına kadar sirayet etmesine neden olmuş iktidarların söylemleriyle de HIV/AIDS “eşcinsel kanseri” olarak damgalanmıştır. Söz konusu söylemler, medyadaki ayrımcı, dışlayıcı, ahlakçı temsiller ise bu korku kültürünü körükleyen başat faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.
STK’lar sayesinde giderek HIV tartışmalarının görünür hale geldiği bu günlerde ise her türlü ayrımcılığa ve ötekileştirmeye karşı örgütlenilmektedir. İnsanlar, bedenleri üzerinden yürütülen politikalara dair daha fazla farkındalık kazanıp güç dengelerini sorgulamaya başlar hale gelmiştir. Bu noktada bizler, 21. yüzyılda yaşayan insanlar olarak nerede konumlandığımızı anlamak ve çözümlemek için mücadele veriyoruz. Toplumsal yapının neresinde olduğumuzu ve bedenlerimiz üzerinden bir tahakküm kurulup kurulmadığının sorgulamasını yaparken buluyoruz kendimizi. Günümüz HIV tartışmalarını da göz önünde bulundurarak korku kültürünün zemininde filizlenen ayrımcı söylemlere karşı yeni bir diskurun inşasının mümkün olup olmadığını tartışıyoruz.
Toplumsal düzlemdeki normlar, yargılar ve değerler yüzyıllardır süregelen bir korku kültürünü körüklemektedir. Bu korku kültürünü oluşturan mekanizmalar çeşitlilik göstermekle birlikte otorite figürlerinin söylemleri, dominant rejimler, yasalar ve iletişim mecraları bu kültürün inşasında kullanılan araçlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda cinsel yolla bulaşan enfeksiyonları iktidarların kurduğu beden politikaları üzerinden incelemek bizler için mümkün hale gelmektedir. Örneğin ortaçağlarda ortaya çıkan Frenginin ilk başlarda İtalyanlar tarafından “Fransız hastalığı”, Fransızlar tarafından “Napoliten hastalığı” veya Ruslar tarafından “Leh hastalığı” olarak adlandırmaları, toplumda inşa edilen korku kültürünün ve beden üzerinden kurulan tahakkümün bir yansıması olarak okunabilir (Samuel, 2017). 16. yüzyılda Dr. Girolamo Fracostoro tarafından resmi olarak adı konulmadan önce, çoğu iktidar frengiyi hali hazırda çatışma içinde olduğu düşmanlarının hastalığı olarak damgalamıştır.
İnsan bedeni iktidarın ideal ve amaçlarının nesnesi olarak kullanılan, dönüştürülen ve kontrol edilen bir mekanizma haline gelmiştir. Dönemden döneme anlam ve biçim bakımından farklılık görülse de bedenin kontrolü iktidarın toplum üzerinde kullandığı en etkin kontrol mekanizmalarından bir tanesi olmuştur. İktidarların beden üzerinden ürettiği korku kültürü 20. yüzyılda ortaya çıkan HIV/AIDS krizinde de varlığını yoğun bir şekilde hissettirmiştir. 19. yüzyıl rahiplerinin oğlan çocuklarına mastürbasyon yaparlarsa kör olacaklarını söyleyerek korku salmaları gibi 1980’lerde HIV/AIDS krizi patlak verdiğinde muhafazakâr politikacılar tarafından HIV meselesine karşı ahlakçı bir tutum sergilenerek püriten değerlere geri dönme çağrısı yapılmıştır (Furedi, 1997). Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan etkilenmiş milyonlarca insan da bu ahlakçı söylemler yüzünden toplum içerisinde ayrımcılığa maruz kalmışlardır. Bedenler ve cinsellik üzerinde kurulan bu tahakküm, HIV/AIDS hastalarının ilaca ulaşmalarının ve tedavi görmelerinin önünü tıkamış ve milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet vermiştir.
Toplumsal Düzlemde Damgalama
Foucault verdiği derslerden birinde ‘’beden, biyopolitik bir gerçeklik; tıp biyopolitik bir stratejidir’’ demiştir (Foucault, 2001). Onun bu söylemini iktidarın kendi söylemlerini inşa etmek için insan bedeni üzerinden stratejiler üreterek kendi normlarını desteklemesine ve norm dışı kalan ‘ötekiyi’ damgalayarak bir iktidar sürdürme çabası olarak okumak mümkündür (Arpacı, 2016). Toplumsal bağlamda damgalama, norm dışı görülen hareket ve ideolojileri ifşa ederek toplum dışına iter ve bir nevi onları işaretleyerek söz konusu damgalamanın sınırları dışına çıkılmasını engelleyebilir (Goffman, 2014). Ele aldığımız üzere bu damgalanma cinsel enfeksiyonlar bağlamında düşünüldüğünde karşılaştığımız manzara da bizi benzer bir sonuca götürmekte. İktidarın inşa ettiği ve kendi normları üzerine oturttuğu korku kültürünü destekleyen tüm söylemler, bireylerin yaşayış ve kendini ifade ediş biçiminlerini baskı altına almış, daha kötüsü damgalayarak toplum dışına itmiştir. İktidarın oluşturduğu baskın söylem kimi zaman bilimsel gerçekleri ekarte ederken kimi zaman da insan bedenlerini kontrol altına alarak kendi doğrularını oluşturmuş ve şehir efsaneleri üretmiştir. Bu bağlamda belli gruplara dahil olan her birey damgalanma ve dışlanma tehlikesi altındadır.
Modernleşen dünya ile bastırılan cinsel özgürlük, “queer mücadele” gibi anti-normların ses vermeye başlaması ile beden, cinsellik üzerinden korkulan ve normlara itaat etmek zorunda bırakılan bir araca dönüşmüştür. Toplum bir şekilde kendine ters düşeni bastırmanın yolunu bulmuş ve bunu toplumsal bir korku kültürü inşa ederek gerçekleştirmiştir. Bu korku kültürünün etkili ve caydırıcı araçlarından biri de cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar olmuştur. Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar bireylerin özgürce ve baskı altında kalmadan yaşamayı arzuladıkları cinsel hayatı büyük oranda sekteye uğratmaktadır. Küçük yaşlardan itibaren çeşitli efsaneler ve senaryolar ile adım adım inşa edilen bu korku ve önyargı büyük çoğunlukla ataerkil toplumda azınlık olarak kalan kadın ve LGBTI+ bireyleri etkisi altına almıştır. Bu bağlamda, efsane olarak ifade ettiğimiz söylemler toplum içerisinde baskın olan dili belirler ve ona şekil vererek toplumsal aksiyon ve reaksiyonları etkiler (Bilgin, 2016). Söz konusu ayrıştırıcı dilin etkisinde kalan her birey bu korku mekanizmasından etkilenerek bilinçsiz bir önyargı inşa eder. Bu bağlamda iktidarın yaklaşımı devlet düzeninde uygulanan politikalara da yansır. Her ne kadar cinsel enfeksiyonlar söz konusu olduğunda HPV, frengi, bel soğukluğu, herpes gibi enfeksiyonlardan söz etsek de devlet tarafından korku kültürünün en baskın şekilde inşa edildiği enfeksiyon çoğunlukla HIV/AIDS’dir.
Türkiye’de HIV Politikaları
HIV pozitif teşhisi konulan ilk Türk hasta Murtaza Elgin’in ana akım medya tarafından maruz kaldığı damgalama ve ayrımcılık, HIV üzerinden oluşturulan ahlaki panik ve korku kültürünün Türkiye bağlamındaki en önemli vakasıdır. 1985 yılında manşetlerde “AIDS’li Murti” diye anılarak küçük düşürülmüş ve hasta mahremiyeti hiçe sayılmıştır. 1992’deki cenazesinde atılan bir manşette de “Murti, çamaşır suyuyla yıkanacak” denmiştir. Medya tarafından kolektif bir şekilde ayrımcı bir dil kullanılmış ve Murtaza Elgin’in tüm mahremiyetini hiçe saymak pahasına Türk toplumuna korku salınmıştır. Bu vakanın üzerinden yıllar geçse de kimi medya kuruluşları tarafından HIV söz konusu olduğunda benzer ayrımcı tutumlara halen rastlamaktayız.
Türkiye son yıllarda HIV/AIDS politikalarında oldukça yol kat etti. ‘’Pozitif Yaşam Derneği’’, ‘’AIDS ile Mücadele Derneği’’ gibi HIV/AIDS bağlamında farkındalık ve destek amaçlı STK’lar aktivizm faaliyetleri yürütmüşlerdir. Her ne kadar psikolojik destek ve ilaç tedavisine erişim konusunda Türkiye gelişim göstermekte olsa da, söz konusu farkındalık ve bilinçlenme olduğunda yaratılan önyargı ve ayrımcılıklarla halen mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Ücretsiz testler, tedaviler ve psikolojik desteğe erişim sahibiyiz ama bu durumda bile kimi zaman doktorların ve hastane çalışanlarının ayrımcılığa dahil olduğunu gözlemlemek mümkün. Tedavi bağlamında gelişim gösterirken bir yandan da gruplar arası ayrımcılık ve önyargının arttığına tanık olmaktayız. Peki neden? Toplumumuzda hala cinselliğin tabulaştırılması ve HIV’in eşcinsellikle bağdaştırılıyor olması gibi çeşitli faktörler, psikolojik baskı ve ötekileştirmeye yol açmaktadır. Bu durum, HIV politikalarında kat ettiğimiz yolun önündeki aşılması zor ve başat engellerdendir. İnşa edilen bu korku kültürünü, HIV’in cinsel pratikler ile bulaşıyor olması da tetikliyor. Bu bağlamda tartışılması gereken asıl konu toplumun cinselliği özgür bir pratik olarak ele alarak yıllardır inşa edilen korku söylemleri yerine bilinçli, bilimsel dayanağı olan söylemler ile değiştirmesi olmalıdır.
Söylemler ve HIV politikaları bağlamında Türkiye’de faaliyet veren Pozitif Yaşam Derneği’nin yürüttüğü aktivizm tam olarak da bu yeni söylem inşasının bir örneği olarak ele alınabilir. HIV pozitif bireylerin kamusal ve hukuki alanlarda haklarını savunup, farkındalık yaratan ve toplum içerisindeki ayrımcı tutumlara karşı savaş veren kuruluş, HIV hakkında birçok farklı mecrada farkındalığın artmasını sağlamış ve çeşitli negatif kodlamaların değişmesinde öncül olmuştur.
Yeni bir söylemin inşası mümkün mü?
Yaratılan korkunun ana merkezi HIV’den ziyade, bu virüsün cinsel pratikler çerçevesinde yoğun olarak görülmesi ve toplumsal düzlemde cinselliğin bir tabu olarak işlenmesi olmuştur. Peki ya söz konusu toplumsal normlar olduğunda yeni bir söylem inşa etmek mümkün olabilir mi? Veyahut bu toplumun dayanağı olan sosyo-kültürel zemininin değiştirilmesi olarak mı algılanmalıdır? Her ne kadar konuya dair kültürel bağlamda inşa edilmiş katı normlar olsa da, değinmek istediğimiz nokta toplumun sosyo-kültürel çerçevesi dışına çıkarak Türkiye’nin HIV/AIDS karşısındaki tutumuna bilimsel bir yaklaşım içerisine girmesidir. Yeterli bilinçlendirme ve önyargılardan sıyrılmış bir tutum konuya daha tarafsız ve sağlıklı bir bakış açısı getirebilir.
HIV hakkında 1980’lerden beri inşa edilen belirli söylemlerin toplumsal düzlemdeki güç dengelerini kurduğu yadsınamaz bir gerçek. Bu güç dengesini yıkmak ve yeni bir söylem inşa etmek için de kolektif hareket edip, pasifize edilen objeler olmaktan çıkıp aktif özneler haline gelinmesi ve HIV hakkında oluşturulan ezici ve dışlayıcı söylemlerin yıkılması şarttır (Gilder, 1989). Toplumsal düzlemde yer alan bu negatif kodlamalar ve söylemler birer domino taşı etkisi yaratarak toplumun her katmanını etkilemektedir. Gerek iktidarın söylemleri, gerek sosyal medyada tartışılan vakalar olsun, HIV üzerinden yürütülen beden politikalarına karşı birlikte durulması ve iktidarın empoze ettiği kalıpları yıkarak bireylerin özgürleşmesi, bizi varmak istediğimiz noktaya götürecektir.
Toplumsal düzlemde beden üzerinden kurulan tahakküm ve söylemler dolayısıyla korku kültürü ve damgalama gibi kavramları, HIV ve diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar perspektifinden ele almamız mümkün kılınmaktadır. Ayrımcılığa yol açan birçok unsur, söylemler aracılığıyla inşa edilmekte ve söz konusu azınlık bir grup olduğunda bu söylemler, damgalamak için bir araç olarak kullanılmaktadır. Bireyler olarak bizlerin atması gereken temel adım, bedenlerimiz üzerinden kurulan bu mekanizmaların farkında olup onları yıkmak ve kendi öznelliğimizi katarak yeniden inşa etmektir. Bedenin özgürleşmesi ve politik anlamda arınması da HIV politikalarında yürütülen aktivizm gibi iktidarın ahlakçı ve ayrımcı diskurlarına meydan okumakta gizlidir.
***
Canberk Noyan Harmancı / Pozitif Yaşam Derneği Yönetim Kurulu Üyesi / Röportaj
Toplumsal düzlemde cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar üzerinden bireylerin damgalanmasına karşı nasıl bir yol izlenmeli? STK’lara ne gibi sorumluluklar düşüyor?
Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara dair damgalamanın kaynaklarını ve argümanlarını anlamak ve buna göre uygun faaliyetleri gerçekleştirmek gerekli. Bu argümanlar bazen enfeksiyonun geçiş yöntemi olan cinsel pratik olurken bazen yanlış bilgi bazen de tamamen kişilerin kendini koruma refleksi olabilir. Bu sebeple grupların tutum ve davranış pratiklerini incelemeli ve her grup için farklı yöntemler geliştirmeliyiz. Eğer damgalamanın kaynağı cinselliğin özellikle evlilik bağı bulunmayan kişiler arasında özellikle eşcinseller arasındaki cinsel pratiğin tabu veya norm dışı olması kabulünden kaynaklanıyorsa bu grup için cinselliğin daha hayatın bir parçası olduğu, kişiler ve duvarlar arasında kalmaması gerektiği ve konuşulabilir olduğu söylemi üzerinden çalışmaya başlamak gerekir. Yanlış bilginin neden olduğu damgala için eğitim kurumları başta olmak üzere arkadaş grupları ve akranlar arasında, medyada kültür sanat ürünlerinde ve kanaat önderlerinin söylemlerinde güncel bilginin topluma iletilmesi önemli bir rol oynayacaktır. Damgalama, beraberinde gelen ifşa ve ayrımcılık eylemleri bazen de bu tutum ve davranışları sergileyen insanların virüsün kendilerine de bulaşması riskinden duydukları korkudan kaynaklanır. Bu grup içinde geçiş yolları ve korunma yöntemleri üzerine yoğunlaşan bir farkındalık faaliyeti sürdürülmesi gerekir. Ortak olan nokta kaynak ne olursa olsun multidisipliner ve çok paydaşlı bir mücadelenin verilmesi gerekir.
Toplum içerisinde HIV/AIDS üzerinden yaratılan korku kültürü nasıl inşa ediliyor? Medyada nasıl bir temsil söz konusu?
Bu kültürün inşasını anlamak veya inşa edildiği gerçekliği kavrayabilmek için mutlaka 1980’li yıllara ve o yıllarda verilen tepkilere bakmak gerekir. Nasıl bulaştığının net olarak bilinmediği ve neredeyse karşılaşan tüm insanların öldüğü günlerde küresel bir halk sağlığı sorunu olarak duyurulan enfeksiyona karşı toplumu koruyabilmek için radikal söylemler geliştirilmiştir. Enfeksiyonun ileri etkilerinin ortak cinsel yönelime sahip bir grup arasında sıkça görülmesi, o dönemdeki homofobik siyasi söylemin toplumsal algıyı yönetmesi bu kültürün inşasında önemde taşlardan olmuştur. Bir enfeksiyon var, nasıl bulaştığını bilmiyorsunuz ve karşılaşan herkes ölüyor. Korkmamanız elinizde olmaz. Bugün ülkemizde benzer ölçüde bir ebola salgını olsa sizler dahil hepimiz bir korku içerisine gireriz. Önemli olan bu korkuyu gerçeklerle yönetebilmek ve en insancıl önlemlerle karşılaşma ihtimalini azaltmak ve güven ortamı yaratmaktır.
HIV enfeksiyonuna dair bu güven ortamı bilimsel gelişmelerle artık yaratılmış durumda. Enfeksiyonun nasıl bulaştığını nasıl bulaşmadığını çok net biliyoruz, korunma yöntemleri mevcut ve kullanıldığında bulaş durduruluyor. Öyle ki HIV tedavisi alan kişiler artık korunma yöntemi kullanmasalar dahi virüsü bulaştıramıyor (bkz B=B, Belirlenemeyen = Bulaştırmayan), çok etkili tedavilerle insanlar olağan yaşam sürelerini sağlıklı bir birey olarak yaşıyor. Burada aklımıza gelen soru tüm bu gelişmelere rağmen 1980’lerin bilinmezliği içinde inşa ettiğimiz korku kültürü neden yeniden üretilip servis ediliyor veya yaygınlaştırılıyor? Hacettepe Üniversitesi ve Başkan Üniversitesinin ortak hazırladığı farkındalık araştırması sonuçlarına göre Türkiye’de yaşayan bireylerin %77’si HIV hakkında herhangi bir bilgiye sahip değil. Yani bir güvenli alan var ama bundan haberimiz yok. Bu bilgisizlik bir yandan HIV ile yaşayan kişilere yönelik damgalama ve ayrımcılığı beslerken diğer yandan toplumun tümünü enfeksiyona karşı savunmasız kılarak yayılımın artmasına neden olur. Yani enfeksiyonla mücadelede iki cephede de kaybetmiş oluyoruz.
Medya bu mücadelenin neresinde sorusunu biraz sosyal bir betimlemeyle cevaplamak isterim. Enfeksiyonun ilk yıllarından itibaren Türkiye medyası ve popüler kültür içerik üreticiler sürekli kendi kalemize başarılı penaltılar atıyor. Bu döngünün bugününü tabi medya kuruluşlarının gerçekliklerini göz ardı ederek yorumlayamayız. Bir ticari ve siyasi kaygı içinde kalem oynatan medya kuruluşlarının herhangi bir haberinde tarafsızlığına ne kadar güvenebiliriz? Gazetecilik ve habercilik mesleği gerçekten ehil kişiler tarafından mı icra ediliyor? Bu sorunsallar içerisinde kulaktan dolma bilgileri veya doğruluğu sorgulanmamış kaynakları yazı veya ürünlerine taşıyan, bilimsel gerçekliğin normalliği yerine bilinmeyen zamanların şehir efsanelerinin reyting değerini önemseyen bir medya ve popüler kültür içerik üreticileri ile karşı karşıyayız.
Türkiye’de HIV/AIDS politikalarında ne kadar yol kat edildi? HIV pozitif bireylerin hak ihlallerinde nasıl bir yasal süreç takip ediliyor?
HIV /AIDS alanında kat edilen mesafe etmemiz gerekenin yanında oldukça geride kalıyor. Fakat bu ilerlemeyi izleme fırsatımız olacağı 5 yıllık bir süreç içerisindeyiz. Sağlık Bakanlığı’nın üzerinde uzun yıllar çalıştığı ve sivil toplumdan akademisyenlere kadar çok paydaşlı ve çözüm odaklı ilerlettiği bir kontrol programı bu yıl sonunda resmi olarak yayınlandı. Bu program 2019 – 2024 yılları arasında HIV enfeksiyonunun önlenmesi, farkındalığın arttırılması, damgalamanın önüne geçilmesi için gerçekleşmesi gereken eylem adımlarını ve kimlerle icra edileceğine yer veriyor. Bu program çerçevesinde sivil toplum, akademisyenler ve kamu kurumları olarak münferiden ve müştereken yapacağımız faaliyetlerin çıktılarını değerlendirerek ne kadar yol kat edebildiğimizi veya bu programı uygulama ve enfeksiyonu kontrol altına alma konusunda ne kadar samimi olduğumuzu göreceğiz.
2019 yılı için konuşmak gerekirse ülke genelinde genel sağlık sigortası kapsamında tedavilere ücretsiz erişim sağlanıyor, takip ve tedavi merkezleri sayısı ve alanda çalışan hekim sayısı yükseliyor. En modern ilaçlar HIV ile yaşayanların erişimine açılıyor. Tedavi ve tedaviye erişim konusunda kendi sınıfımızdaki ülkelerden daha ileri olduğumuz tartışmalı olacak olsa da söylenmelidir. Ancak önleme çalışmaları, farkındalık, kilit nüfus gruplarına yönelik özelleşmiş ihtiyaçların karşılanması, damgalama ve ayrımcılığın engellenmesi ve buna yönelik mevzuatın hazırlanması konularında sınıfta kaldık. Daha bu yıl 1 Aralık Dünya AIDS Günü kapsamında korunmanın partnerin beyanından bağımsız olarak sağlanması gerektiğine ve kimsenin sağlık statüsünü açıklamaya zorlanamayacağını ifade eden “HIV statümü paylaşmak zorunda değilim” içerikli sosyal medya paylaşımı üzerine kurumlara ama aslında onlar üzerinden HIV ile yaşayan bireylere yönelik bir linç kampanyası başlatıldı. Çağ dışı bilgiler ve şehir efsaneleri üzerinden HIV ile yaşayan bireylerin izole edilmesi vb. söylemler ismi başında Av., Dr., olan ve enfeksiyona dair zerre bilgisi olmadığı anlaşılan kişiler tarafından paylaşıma girdi. Öyle ileri gitti ki HIV ile yaşayan kişilerin yakılması gerektiğini yazan dahi oldu. İşte bu toplum olarak HIV ile mücadelede nerede olduğumuzun en güzel örneği.
Pozitif Yaşam Derneği olarak 16.12.2019 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bu paylaşımlar hakkında suç duyurusunda bulunduk. Savcılık soruşturması veya kavuşturmadan bir beklentimiz olmamasına rağmen bu girişim Türkiye Cumhuriyeti yasalarının bugünün en fazla ayrımcılık mağduru olan HIV ile yaşayan bireylerin haklarını savunmaktan ne kadar uzak olduğunun göstergesi olacak ve yeni bir savunuculuğun yolunu açacak.
HIV pozitif bireylere yönelik toplum içinde var olan ayrımcı söylemlerle nasıl mücadele edebiliriz? Yeni bir söylem oluşturmak mümkün mü?
Aslına bakarsanız bizler 2017 yılı 1 Aralığında bunun için bir kampanya başlattık. AIDS demekten vazgeç, HIV’i HIV ile anlatalım. 1980’lerden bugüne kadar üzerine türlü damgalayıcı ve ayrıştırıcı anlamın atfedildiği ve 1990’lardan itibaren aslında enfeksiyonu anlatmayan AIDS kavramını kullanarak üzerine atfedilen ön yargıları yeniden üretmek yerine, henüz kullanmadığımız ve dahi anlamını bile bilmediğimiz ve enfeksiyonun asıl adı olan HIV üzerinden farkındalığımızı arttıralım.
Kaynakça
Arpacı, M. (2016). Foucault, Biyopolitika ve Biyotarih: Tarihsel Çalışma Alanları Olarak Tıp, Beden ve Nüfus. Vira Verita.
Bilgin, R. (2016). Geleneksel ve Modern Toplumda Kadın Bedeni ve Cinselliği. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 26, Sayı:1. .
Foucault, M. (2001). The Birth of Social Medicine.
Furedi, F. (1997). Korku Kültürü. New York: Continuum .
Gilder, E. (1989). The Process of Political Praxis: Efforts of the Gay Community to Transform the Social Signification of AIDS. Commonication Quarterly, Vol. 37, No. 1, 27-38.
Gipser, D. (2009). Sick, Old and Handicapped: Waste or Treasure of Society? K. B. Anton Pelinka içinde, Handbook of Prejudice (s. 138-139). New York: Cambria Press.
Goffman, E. (2014). Damga: Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar. Ankara: Heretik Yayıncılık.
Samuel, L. (2017, Ekim 24). Why do we call it that? Backstories of Seven Diesases Names. Aralık 12, 2019 tarihinde STAT: https://www.statnews.com/2017/10/24/etymology-disease-names/ adresinden alındı
Simten Malhan, S. Ü. (2017). HIV/AIDS Farkındalık Raporu. Ankara.
Sontag, S. (1978). Illness as Metaphor. New York: Farrar, Straus and Giroux.
Sontag, S. (1989). AIDS and Its Metaphors. New York: Farrar, Straus and Giroux.
Her çağ, kendi umacısını yaratıyor. İnsanlar, cehaletin beslediği korkularla toplu halde başka insanları sindiriyor, dışlıyor, olmadı yok etme çabalıyor. Medyanın da işbirliğiyle adı “Çağın vebası” olarak konulan HIV/AIDS de zamanımızın toplumsal eziyet aygıtına dönüştü. Son yıllarda üzerindeki kara bulutlar dağılmaya başlasa da toplumsal baskılar ve dışlama sürüyor.
HIV ve AIDS’e ilişkin bu ve benzeri sorunlar, tedavi süreçlerinde yaşanan güçlüklere oranla daha sık dile getiriliyor. Ancak işin bir de ciddi parasal boyutu olan, üstelik sağlık görevlilerinin bile korkularına yenik düşerek yarattıkları ayrımcılıklara karşın sürdürülen tedavi yönü var. Yıllardır özellikle Afrika’daki hastalar için, ucuza ilaç sağlanmasının yolları tartışılıyor. İlaç fiyatlarının yüksekliği tedavinin önündeki en büyük engellerden biri. İşte bu sorunları tartışmak için geçen ay Rio de Janeiro’da yapılan Uluslararası AIDS Topluluğu’nun (IAS) yıllık toplantısına katılan Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü, AIDS’le mücadelede en önemli sorunun ilaç fiyatları ve yoksulların sağlığa erişim hakkı olduğuna bir kez daha dikkat çekti.
Biz de iki yılı aşkın zamandır hazırlıkları süren ve kısa bir süre önce kurulan Pozitif Yaşam Derneği’nin kurucularıyla tedavide karşılaştıkları sorunları konuştuk.
İlk elden düzeltmek istedikleri aksaklık, kullanılan terimler. “Biz hasta değiliz” diyorlar ve ekliyorlar, “HIV bir virüstür. AIDS ise sendrom. Doğru tabir HIV/AIDS’le yaşayan demektir.”
Şimdilik HIV/AIDS’le yaşayanlar ve yakınlarından oluşan dernek çevresi, “Bununla ilgilenmek insani bir ödev” diyerek konuya duyarlı herkesi çalışmalarına davet ediyorlar.
TEST DANIŞMANI YOK!
Sorunları konuşmaya testlerle başlıyoruz. Öncelikli sorun, test kitlerinin her yerde bulunamıyor oluşu. Eğitim ve araştırma hastaneleri ile belirli merkezlerde test yapılabiliyor. Eczanelerde test yapılmasının ise kesinlikle hukuka aykırı olduğunu belirtiyorlar. Eliza testinin ilk sonucunun pozitif çıkmasının HIV taşıdığınız anlamına gelmediğini, ikinci bir testle bu sonucun doğrulanması gerektiğinin altını çiziyorlar.
Yurtdışında test danışmanlığı diye bir meslek grubunun oluştuğunu, Türkiye’de böyle bir oluşumun olup olmadığı sorusunun yanıtı ise gayet net: “Yok”.
AIDS Savaşım Derneği’nin test danışmanlığı yaptığını belirterek ekliyorlar, “Örneğin ABD’de cuma günleri test sonuçları verilmiyor. Çünkü hem hafta sonu yeterli sağlık hizmeti bulamayabilirler hem de psikolojik danışmanlık alamayabilirler. Bununla yüz yüze gelen kişi intihara meyil edebilir. İşte tüm bunlar düşünülerek, bu ayrıntılara dikkat edilerek çalışılıyor. Ama bu da bir deneyimin sonucunda oluşuyor. Bizde de daha iyiye gidileceğini umut ediyoruz. Derneğimizin amaçlarından biri de bunun sağlanması”.
Tıpkı testler gibi tedavi de ancak belirli yerlerde yapılabiliyor. Çünkü, enfeksiyon hastalıkları uzmanı olan yerlerde bile olanakların yetersizliği, doktorun isteksiz olması nedeniyle tedavi yapılamayabiliyor. Doktorların isteksizliği ya da kendilerini geri çevirmesi gibi sorunlar yaşayıp yaşamadıklarını soruyoruz. “O kadar çok ki” diyorlar hep bir ağızdan, “Önce aşağılamayı söylemek gerek. ‘Yaklaşmayın!’ diyen doktorlar, hemşireler… Cerrahi, jinekolog, diş gibi kanla ilintili tedavilerde büyük bir direnç vardı. Hatta eskiden enfeksiyon hastalıkları uzmanları dahi bunu yapıyordu. Düşünün artık! Doğrudan reddetmeseler de hijyeni sağlayamıyoruz diyorlar. Bir arkadaşımızın oturduğu koltuğu baştan başa dezenfekte eden bir doktor vardı. Hasta daha geriden ve eziklikle başladığı için, bu tavırlara karşı çıkmakta güçsüz kalıyorlar”.
Durumun eskiye göre büyük ilerleme kaydettiğini belirten bir dernek üyesi bir de örnek veriyor: “Test sonucu pozitif çıkan bir arkadaşımızı, 10 yıl önce, uzaylı kıyafetleri giyen sağlık görevlileri, ambulansın üzerine büyük harflerle AIDS yazarak Çapa Tıp Fakültesi aciline taşımışlar. Kaldı ki eli ayağı tutar durumdaydı”.
Peki test sonucunu alıp, HIV Pozitif olduğunu görünce insanın aklına önce ne geliyor? Öncelikle o anın yalnızlığın başlangıcı olduğunu belirten bir dernek üyesi, “Ölüm korkusundan önce, insanlar duyarsa başına ne geleceğini düşünüyorsun. Toplumdan kesilip dışarı atılacağını ve buna benzer şeyleri… Bu baskı olmasa, neden gizlemek zorunda kalasın ki” sözleriyle sorunun kaynağına işaret ediyor.
Oldukça pahalı olan tedavi süreçlerini soruyoruz. Öncelikle sosyal güvencesi olmayanlar için, tedavinin mümkün olmadığını öğreniyoruz. Çünkü bir kutu ilaç yaklaşık 1 milyar lira.
ÖNYARGILAR
Sosyal güvencesi olanların heyet raporuyla ilaçlarını düzenli olarak alma şansları var. Ancak burada da mahremiyetle ilgili başka bir sorun ortaya çıkıyor. Kurumun ilaç paralarını ödemesi için gönderilen reçetenin üzerine HIV Pozitif ibaresi konuluyor. Bu da en azından çalıştıkları kurumun muhasebecisinin durumdan haberdar olmasına neden oluyor. Bunu gizli tutup tutmamaksa o kişiye kalıyor.
İlaçların pahalı olmasının temel nedeninin ilaç kartelleri olduğunu belirten dernek üyeleri, Brezilya ve Hindistan sağlık bakanlıklarının patent yasalarını delerek, ucuz ilaç sağladıklarını söylüyorlar. Test, tedavi, ilaçların temini sağlansa da insanın böyle bir durumla baş etmek için psikolojik bir desteğe ihtiyaç duyup duymadığını soruyoruz. “Hem de çok” diyorlar. Ancak psikologlar ve psikiyatrlara ilişkin olumsuz anıları hastanelerdekilerden de fazla. HIV/AIDS’le yaşayanlar ve yakınlarıyla çalışmak isteyen psikolog ya da psikiyatr bulmakta güçlük çekiliyor. Biri danışma almaya gittiği psikoloğun, “Ben ölümle çalışamam” diyerek kendisini geri çevirdiğini, bir diğeri ise, “Kimi kanser, kimi diyabet, kimi kolesterol olur. Sana da bu denk gelmiş. Takma kafana, sağlık olsun” dediğini aktarıyor.
Bunlar ve röportaj sırasında akla gelmeyen daha pek çok sorunu ortadan kaldırmak için yola çıkan Pozitif Yaşam Derneği, HIV /AIDS’li kişiler ve yakınlarının daha iyi bir hayata kavuşmaları için çalışmalarına önümüzdeki günlerde hız verecek. Önyargılar ortadan kalkmadan sorunların çözülemeyeceğini söyleyen dernek üyeleri, bilinç ve istekle zorlukların aşılacağına inanıyorlar.
“2008 Mart ayında HIV pozitif teşhisini yeni almış, ilaca başlama aşamasındaydım. O sırada karşılıksız çek yüzünden cezaevine girdim. Trakya’daki ufak bir cezaevinde 47 gün boyunca ne tedavi alabildim ne de ilaca ulaşabildim. Koğuşa değil, tek kişilik bir hücreye konuldum. İnfaz koruma memurları hastalık bulaşır diye üstümü bile aramıyorlardı. Sonunda tedavim için Kartal Cezaevi’ne nakledildim. Asıl kâbus burada başladı. Müşahade odaları vardır.
Oraya koydular. Fareler kediden büyüktü. Bağışıklık sistemim çökmüş bir halde girdiğim ortam buydu.” 52 yaşındaki E.D cezaevlerinde tedaviye ve ilaca erişim zorluğu yaşayan, ayrımcılığa maruz kalan HIV pozitiflerden.
Teşhisten 10 gün sonra cezaevine giren E.D’nin bir an önce ilaca başlaması gerekiyordu. Bu yüzden cezaevine girer girmez ilk işi hastalığını bildirmek oldu. O andan itibaren tüm cezaevi E.D’nin hastalığını öğrendi. Sonrası bürokrasinin ağırlığı altında ilaçsız geçen haftalar ve ayrımcılığın soğuk yüzü…
Bulunduğu yerde tedavi koşulları yoktu. Büyük bir şehirdeki cezaevine nakledilmesi için Adalet Bakanlığı ile yazışmaların sonuç vermesi 47 gün sürdü. E.D için acı günlerdi: “Çaresizlikten yaşantıma son vermeyi bile düşündüm. Acılar içinde öleceğim, ilaçlarıma ulaşamayacağım, bu cezaevinden ölüm çıkacak diye düşündüm.”
‘Eşcinseller koğuşuna koyalım’
47 gün sonunda Kartal Cezaevi’ne nakledildiğinde kâbus sürdü: “Nakledilirken gerekçesine hastalığımı yazdıkları için HIV pozitif olduğumu bilmeyen kalmadı. Cezaevi doktoru bana ‘Eşcinselsen eşcinseller koğuşuna koyalım seni’ dedi. Yani diğer mahkûmlar bizim için önemli ama eşcinseller değil der gibi. İki seks işçisi travesti vardı. Biri HIV pozitifti. İkisini aynı hücreye koydular. Tek başıma bırakıldım yine, müşahede odalarından birine koydular. Açıkta bir yatak, bir de tuvalet var. Fareler kediden büyüktü. Yemeğimi köpeğin önüne kemik atar gibi veriyor, benimle asla fiziksel temas kurmuyorlardı. Her mahkûm arkadaşlarıyla havalandırmaya çıkıyordu, ben tek başıma.”
‘Diğer mahkûmları bekle’
Yeni hapishanede de hastaneye götürülmek için bir hafta bekledi: “Beni tek başıma hastaneye götüremeyeceklerini, diğer mahkûmların da taleplerinin bekleneceğini söylüyorlardı. Sonunda İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk ettiler. Araç bölüm bölümdü. Herkes üç kişi gruplara ayrılmış. Ben tek. Muayene sırasında kelepçemi çıkarmadılar. Doktor ‘İlaçlarına bir an evvel başlaması lazım’ dedi. Ancak yine reçeteler toplu olarak eczaneye gittiği için dört gün sonra ilaçlarıma ulaşabildim. Öyle bir sınırdaydım ki, her an başka bir hastalık kapıp ölebilirdim. Böbreklerimde taş vardı. Trakya’daki cezaevindeyken oradaki bir hastanede sonda takılmıştı. İstanbul’a onunla geldim. 5-15 gün ömrü olan sonda aylarca penisimde kaldı. Artık oraya yapıştı. Bir kere cezaevi aracındayım taş dışkıya baskı yapıyor, tuvalete gitmem lazım. Görevli beni tuvalete götürmedi ‘Özel adam mısın sen’ dedi . Cezaevi arabasında altıma yaptım. Ürolojiye sevk ettiler. Taş için ameliyat olmam gerektiği söylendi. Birkaç gün sonra çağırdılar. Ancak beni hastaneye götürmek yerine tedaviye kolay ulaşım bahanesiyle Maltepe Cezaevi’ne naklettiler. O ameliyatı cezaevinden çıktıktan sonra olabildim. Yaşadığım ağrı kanser ağrısı gibiydi. Taş, çay bardağı kadardı. Cezaevinde günümün 24 saatinin 14 saati tuvalette geçiyordu. İdrara çıkamıyordum.”
4. ay artık Maltepe Cezaevi’ndeydi: “Tek kalmaya devam ediyorum. İnfaz koruma memurlarının başındaki kişi son derece sevecen biriydi. Ancak o bile ‘İmkânsızlıklardan ve prosedürden dolayı seni tek başına yatırmak zorundayız’ dedi. O genç ve okumuş gardiyan, ‘Biliyorum bu hastalık böyle dokunmakla geçmez’ dedi. Bu söz beni bir hafta ayakta tutmaya yetti. Bu cezaevinde de doktora iki kez gittim. Yani İstanbul’daki süre boyunca toplam dört kez hastaneye gidebildim.”
Cezaevi sonrasında ise sağlık sorunlarına bir de psikolojik sorunlar eklenmişti: “Cezaevinden çıkar çıkmaz ilk işim bir psikiyatra gitmek oldu. Yoğun anksiyete bozukluğu teşhisi koydu. O altı ayda vücudumda da hastalıkla savaş veren antikorlar çok düşmüştü. Cezaevinin önünden taksi tutup beni bir an evvel İstanbul hudutlarının dışarına çıkar dedim. Şimdi bile o günü, o korkuyu, kalp çarpıntısını hatırlayınca tüylerim diken diken oluyor.”
En büyük isteğim…
Emekli olan ve muhasebecilik yapan E.D şimdi gayet sağlıklı. Cezaevinde yaşadıklarını atlatabilmesi ise bir yılını almış. En büyük isteği cezaevindeki tüm çalışanlara HIV/AIDS ile ilgili eğitimler verilmesi.
Geciken tedavi ilaçla olmaz
Samatya’daki İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedaviye gelen 15 HIV pozitif mahkûm var. Enfeksiyon Kliniği Şefi Uzm. Dr. Muzaffer Fincancı, hastaların kontrollere gelmesinde sorunlar olduğunu anlatıyor:
“İlaca başladığımızda yan etkiler oluyor, izlemek lazım. Bazı hastaların bu ağır ilaçları tolere etmesi zor. Ayrıca HIV pozitif hastadan bir sürü tetkik istenir. Bunlar da zaman alan ve hastanın hastaneye sık gelmesini gerektiren şeyler. Randevu veriyoruz. Çoğu zaman hasta bir, iki, üç ay gelemiyor. Cezaevini arıyoruz. Fakat oradaki doktor arkadaşlar da sık değişiyor sanırım. Tamam diyorlar ama… Kimi zaman hastalar 15.30 gibi getiriliyor. Zaten 05.00’te hastanedeki işler bitiyor. Bu tarz hastalar vakit alır. Daha erken getirilmeliler. HIV ilaçları pahalı, az bulunur ilaçlar. Bazen hemen bulunamayan ilaçları da yazmak gerekiyor. Bu tarz ilaçları depolara sormak lazım. Ancak cezaevlerinde ‘Bulunamadı’ deniyor hemen. Üç ay sonra hasta geliyor, bir bakıyoruz ilacı kullanmamış.”
Normal yaşam mümkün
Fincancı “Bu hastalık ömür boyu tedavi gerektiriyor. Bu sayede insanlar normal olarak yaşamlarına devam edebiliyor. Ancak bunun tek koşulu ilacı sürekli almak. İlacı iki hafta bile kesseniz bağışıklık sistemi bozuluyor. İlaç bir alınıp bir alınmadığında ise o ilaca karşı vücut direnç oluşturuyor. Yani ilaç işe yaramıyor” diyor.
AIDS; dokunmakla, sarılmakla, tokalaşmakla, aynı tuvaleti kullanmakla, sosyal ilişki kurmakla bulaşmaz Bu, daha önce de duyduğumuz ancak genel ‘ön yargılar’ sebebiyle çoğu zaman önem vermediğimiz bir cümle! Kan, cinsel ilişki ve anneden çocuğa süt yoluyla geçen HIV + virüsünü kapan hastaların yine aynı genel ön yargılar sebebiyle toplumsal baskı gördükleri, sosyal yaşamlarından uzaklaştırılmaya mecbur bırakıldıkları da örnekleriyle bilinen bir gerçek. Küresel Fon tarafından desteklenip Sağlık Bakanlığı Proje Uygulama Birimi’ne bağlı olarak iki aya yakın zamandır çalışmalarını sürdüren ‘Pozitif Yaşam Destek Merkezi’nin de görevi burada başlıyor. HIV + hasta ve yakınlarına tıbbi, psikolojik ve hukuki danışmanlık desteği veren merkez, aynı zamanda topluma da hastalığın bulaşma yollarından tedavi yöntemlerine kadar doğru bilgiyi ulaştırmakla görevli. Merkezin yetkilisi Arzu Kaykı ile yapacağım röportaja giderken aklımı en fazla kurcalayan şey; doktorları, uzmanları, testleri bir kenara bırakın hastalık tanısı almış bir kişinin, ilk konuşmak isteyeceği diğer kişinin yine bir başka HIV + hastası olması ihtimaliydi! Merkez, bu haklı beklentiye de Pozitif Destek Hattı aracılığıyla hastalar arasında iletişim kurarak cevap veriyor.
Çok temel bir genel kanı; AIDS = Ölüm! Ne kadarı doğru ne kadarı yanlış?
Yanlış! Aslında AIDS kelimesini de kullanmıyoruz çünkü AIDS hastalığın son evresini ifade ediyor ki o evreden de dönenler var. HIV + tanısını alan kişilerin tanıyı aldıktan sonra bir süre daha, kandaki belli değerlerin artışına kadar ilaç kullanmaları bile gerekmeyebiliyor. Zaten ilaç sektörü gelişiyor; artık kullanımı kolay hale gelen ilaçlar mevcut. Virüsün vücuda girmesini, kendini kopyalamasını ya da vücuttan çıkışını engelleyen ayrı ayrı ilaçlar var. Düzenli ilaç kullanılması ve tedavi olunmasıyla yaşam süresi de uzuyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamasına göre, AIDS artık ölümcül değil, kronik bir hastalık.
Kan testi sonucunu alıp HIV + olduğu ortaya çıkan kişinin muhtemelen ilk tepkisi ‘sarsılmak’ olmalı! O andan sonra siz nasıl devreye giri- yorsunuz?
Ulaşabildiğimiz kadar doktora, tanı merkezine ulaşıp enfeksiyon klinikle- rine broşürlerimizi bıraktık. Posterler de basıyoruz. Çok çeşitli yerlere özellikle doktor ve hastanelere, yavaş yavaş da basına duyurmaya başlıyoruz merkezi. Hastaneye gelen hastalara ulaşmaya çalışıyoruz. Çünkü hastaneye gidip tanıyı alıp bir daha da gelmeyen insanlar oluyor. Merkezimizle iletişime geçen kişilere tıbbi, psikolojik ve hukuki alanlarda danışmanlık hizmeti verip, destek oluyoruz.
11 PROJEDEN BİRİ
İnternet sitenizde yayınlanan verilere göre HIV + hastalarının yıllar içindeki artışı, tahmin edilecek rakamlardan çok daha düşük görünüyor.
Aslında gelişmekte olan ülkelerde HIV + hastası sayısı bilinenin 10 katı olarak kabul ediliyor. Öte yandan Türkiye’de fuhuş sektörü de çok dağınık. Biz, Küresel Fon’un Türkiye’de destek verdiği 11 AIDS projesinden biriyiz. Geri kalanların büyük bir kısmı travestilere ya da kadın seks işçilerine yönelik. Onların söylediği de korunma yöntemine başvurmak isteseler bile karşıdakilerin kabul etmediği. Ayrıca hastalığının HIV + olduğu anlaşılmayan ya da geç anlaşılan, evlendikten sonra virüsü alıp haberdar bile olmayan ve bunun gibi çeşitli sebeplerden dolayı hastalık tanısı konulmamış kişiler de var.
HIV + tanısı, sosyal ve psikolojik açıdan neler getiri- yor yanında?
Bizim merkezimizden destek alan kişilerin bu açıdan bizden hiçbir farkı yok. Aynı yolda yürüdüğünüz, birlikte spor yaptığınız sinemaya gittiğiniz arkadaşlarınızdan da hiçbir fark yok. Bu arkadaşlarınız içinde örneğin şeker hastası olup düzenli olarak ilaç kullanması gerekenler olabileceği gibi HIV + hastaları için de en temel nokta bu. İlacını düzenli olarak kullanması önemli çünkü antibiyotikler nasıl düzenli olarak kullanılmazsa etkileri zayıflarsa bu ilaçlar için de geçerli.
YARGILAMA!
Toplum açısından bakıldığında genel önyargılara maruz kalmak gibi bir durum da çıkıyor ortaya
HIV + hastalarının toplumun önyargısına ya da suçlu görülmeleri gibi baskılara maruz kaldıkları doğru. Yanlış izlenim uyandırıcı açıklamalardan da etkileniliyor. Ders ki- taplarında da konuyla ilgili bir bilgi yok! Onun için damgalayıcı ya da ayrımcılığa dayalı bir önyargıya maruz kalınıyor. Mesela üyelerimizden birinin iş yerindeki arkadaşları çantasındaki ilaçlarını buluyor, araştırıp, anti HIV + ilaçlarını öğreniyorlar ve o kişi aynı gün işten çıkartılıyor!
HIV + hastalarının ne gibi sosyal ve hukuki hakları var?
Özellikle üzerinde durduğumuz 657’ye tabi devlet statüsünde çalışanlar. Bu kişilerin reçeteleri kurumundan geçiyor. 20-30 kişilik bir devlet dairesinde çalışıyor olduğunu ve reçetenin yan odadaki bir başka çalışana ulaştığı düşünülürse, o dairedeki herkesin bir şekilde haberi oluyor bundan. Sağlık durumlarıyla ilgili var olan gizlilik haklarınızı sistem otomatikman ihlal ediyor aslında! Tanıyı aldıktan sonra bir daha o hastaneye gitmeyen, çalıştıkları kurumdan hastalık tanısından sonra 5-6 kere yerleri değiştirilmiş ya da kötü muameleye maruz kalmayacak olsa bile bunun olacağı fikriyle istifa etmiş HIV + hastaları var. Aslına bakarsanız toplumun bilinçsizliğinden kaynaklanan önyargılar sebebiyle hastalıkla savaşmaya harcanacak enerjinin büyük bir bölümü önce hastalığın kötü ünüyle savaşmaya harcanıyor.
Hukuki haklarını alamıyorlar!
Merkezin avukatı Habibe Yılmazkayar, 657’ye tabi kamu çalışanlarının maruz kaldığı, hasta haklarının gizliliğinin ihlali konusunda düzeltme yollarına gidilmesi için bakanlıklarla iletişim içinde olduklarını anlatıyor. Ayrıca evlilik öncesi testlerin de gizlilik hakkını ihlal ettiğini söylü- yor. Çünkü iç hukuk yönetmelikleriyle belirlenen bu testlerin kapsadığı HIV testi de, evlenecek kişilerin durumunu konuyla direkt ilgisi olmayan kişilerle bile karşı karşıya getiriyor. Kişilerin deşifre olma korkusuyla, işten çıkartılma gibi hak ihlallerine karşı hukuksal mekanizmalara başvuramadıklarını da ekliyor.
AİDS İLGİLİ YENİ İLAÇLAR GELİŞTİRİLDİ. HATTA AŞI GÜNDEMDE HIV HALA ÖLÜMCÜL HASTALIK OLARAK TANIMLANABİLİR Mİ?
Hayır değil. Tedavisi olmayan bir hastalık değil HIV+.Türkiye’de 16 yıldır yaşan hastalar var. Dünyada 25 yıl hatta daha uzun süre yaşayanlar var. Çok başarılı ilaçlar çıktı. Bazı hastalar günde 20 tane ilaç kullanıyor (yurtdışında 45 tane kullanan hasta var) çok dikkatli yaşamak, çok iyi beslenmek ve egzersiz yapmak zorundalar ama hayatlarına devam ediyorlar. Burada şu yanlış yapılıyor. Her HIV taşıyıcısı AIDS hastası demek değil AIDS ileri bir aşama. Tedavi o aşamaya gelmeyiş engelliyor zaten.
KAÇ HIV+ HASTA VAR TÜRKİYE’DE?
2 bin 412 kişi.99 ‘da bu rakam 983 tü
HALA HIV POZİTİFLİLERDEN CÜZZAMLI GİBİ KAÇIYOR İNSANLAR DEĞİL Mİ?
Maalesef virüsten değil virüsü taşıyandan korkuyorlar. Elini sıkmıyor. Aynı ortamda b ulunmak istemiyor. Kanla, cinsel temasla bulaştığını bildiği halde HIV’li hastalar başkalarına virüs bulaştırmamak için çok titiz davranır ayrıca. Çünkü onun sizden mikrop kapma olasılığı sizin ondan HIV kapma olasılığınızdan çok daha yüksek. Bağışıklık sistemi güçlü olmadığı için sizi hiç etkilemeyen grip virüsü onun için ölümcül olabilir.
Bazı doktorların HIV+hastaları tedavi etmeyi reddettiği söyleniyor.
Doğru doktorlar özel eldivenler gibi tüm önlemlere sahip olmalarına rağmen HIV’li hastaları tedavi etmek istemiyor. Ameliyat edilmediği için ölen hastamız var. Oradan oraya sürüklendi. Sonunda kaybettik.
Feci bir şey söylüyorsunuz. Hastayı geri çeviren hekimin cezalandırılması gerekmiyor mu?
Evet gerekiyor. Ama ne hastada ne doktorda o bilinç var. Şimdi yavaş yavaş düzeliyor, bu konuda adımlar atıyoruz.
Bu yüzden ceza alan doktor var mı?
Şöyle bir olay yaşadık. Bir HIV pozitifli hasta iş yerinde rahatsızlaşıyor. İş yeri hekimine gittiğinde hastalığını söylüyor. Bir süre sonra işten atılıyor. Öğreniyoruz ki iş yeri hekimi patrona bildirmiş durumu. Bu hekim tabip odası onur kurulu’na verildi ve cezalandırıldı.
Tedavi görenin hastalığı bulaştırma riski çok düşük
Korunmasız cinsel ilişkide virüs kapma ihtimali nedir?
Tek bir cinsel ilişkide bulaşma riski binde 2.Virüsü birden fazla kere almak hastalığı çok hızlandırıyor. İki HIV pozitifli kişi asla korunmasız ilişkide bulunamaz mesela. Karşındaki insandan virüsü aldıkça genetik mutasyona uğramış yeni virüsler oluşuyor.
Tedavi virüsü ne ölçüde etkiliyor?
Tedavi alan insanın bulaştırıcılığı çok düşüyor… İlaçlarla kanda ve cinsel sıvılarda yaşayan virüs miktarı neredeyse sıfıra indirilebiliyor.
En büyük sorunlardan biri de gizlilik ihlali sanırım…
Evet. Aslında isimsiz bildirim hakkı var. Ama gerekli gereksiz tüm raporlarda, reçetelerde hastalık tanısı ”HIV+”olarak yazılıyor. Bu da hastaların iş yerlerinde deşifre olmasına neden olabiliyor.
HIV+im diye işimden atıldım 2 yıldır tedavi olamıyorum
Tekstil şirketinde çalışıyordum. HIV+ olduğumu öğrendiler ve işten çıkarıldım.2 yıldır iş arıyorum. Askerlikten muaftır diye belge verdiler, üzerinde HIV pozitif yazıyor. O yazıyı gören bana iş vermiyor ki. Başvurdum, yazıyı sildirdim.
Can 30 yaşında. Çok yakışıklı bir genç adam. Yolda görseniz manken sanırsınız. Şık bir takım elbise var üstünde… O kadar sağlıklı görünüyorki HIV+ olabileceği aklımın ucundan bile geçmiyor. Zihnimize zayıf, solgun, ölmek üzere olan insan olarak yerlermiş HIV+’liler. Derneğin psikologu sanıyorum onu. Gülüyor… ‘’Yok, ben HIV pozitifim’’ diyor! Şaşkınlığımı anladı.’’Filmlerde gördüğünüz iskelet gibi AIDS hastalarından birini bekliyordunuz değimli?’’ diye soruyor. Ne yalan söyleyeyim öyle… Can, HIV pozitiflilerin için asıl trajedinin hastalık değil, sosyal baskı olduğunu anlatıyor uzun uzun…
Nasıl öğrendin HIV+ olduğunu?
Tesadüfen. Beş yıl önceydi. Ağzımda aft denen yaralardan çıkmıştı. İnternetten baktım nedir diye. HIV belirtilerinden biri olarak sayılıyordu. Dişçiye gittim. Aslında hastalığımla ilgisi yokmuş yaranın, ama test yaptırdım ne olur ne olmaz diye. Hastaneden aradılar telefonla ve yüzüme pat diye söylediler
İlk tepki ne oldu?
Büyük bir şok. Şaşkınlık, öfke. Acı çekeceğimi sanıyordum. O yüzden intihar Etmeyi bile düşündüm. Ama doktor ‘tedavisi var. Üstelik durumun mucizevî bir şekilde iyi, şanslısın dedi bana…
Neden şanslıymışsın?
Virüs sayım çok düşükmüş.’Bağışıklık sistemini güçlendirecek iyi bir bakım ve diyet yeter’ dedi.’Virüs sayısı yükselirse ilaç kullanmaya başlarsın hiçbir şey olmayacak korkma’ dedi.
Virüsü nasıl, kimden kaptığın belli miydi?
Önce kafayı ona taktım zaten. Nereden bulaştı, Nasıl bulaştı? Bir kaç kez korunmasız ilişkiye girmiştim.
Bir ilişkin varmıydı? Ona söyledin mi?
Evet. Çok zorlandım ama… Hatta söyleyemedim Destek olmaya çalıştı ilk başlarda ama yürümedi. Cinsel ilişki kurmak istemedi benimle ve sonunda terk etti zaten
Sonra?
Kendimi işe verdim. Bir tekstil şirketinde çalışıyordum. Doktorun tavsiyelerine göre yaşamaya başladım çok sağlıklı besleniyordum. İyiydim. Sonra ikinci darbe geldi.
Neydi o darbe?
İşten çıkarıldım. Altı aydır çalışıyordum. İş yerinde gayet iyi bir pozisyondaydım. Hiç bir neden göstermediler sonradan duydum ki durumumu öğrenmişler. Sırrımı açtığım yakın bir arkadaşım vardı, o ihbar etmiş beni patronlara. Parasız kaldım. Annemin evine taşındım. Üvey babam var evde. Çalışmıyorum. 30 yaşında adamım işim yok. Hastalığı bilmiyorlar söyleyemedim. Çok kızıyorlar çalışmıyorum diye..
2 sene boyunca hiç mi iş çıkmadı yani, nitelikli birisin, dil biliyorsun…
Askerlik durumum vardı. Rapor aldım. Üzerinde HIV+ diye bir yazı yazdılar. Bir yere iş başvurusu yapıyorum. Evrak istiyorlar tabi askerlik belgeside İşverenler HIV+ i görünce vazgeçiyorlar.
Askerlik belgesinde yazmak zorunda mı?
Hayır değilmiş. Sonra başvurdum ve değişti. Böyle bir hakkım olduğunu bu derneğe gelmeden önce bilmiyordum.
Şimdi tedavin ne durumda? Nasıl hissediyorsun?
Tedavi olamıyorum ki. Testlerimi bile yaptıramıyorum. Masraflı bir hastalık biliyorsunuz. Yılda 15–20 bin dolar gidiyor. Bir test 400–500 YTL. Yeşil kart alabilirsem o zaman tedavi olabilirim.
HIV pozitifliler artık normal yaşamlarını sürdürüyor evleniyor, hatta çocuk sahibi olabiliyorlar. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Deniz Gökengin bu konudaki son gelişmeleri şöyle anlatıyor.’Anne pozitifse ne kadar önlem alırsanız alın çocuk HIV olabiliyor. Hele tedavi görmüyorsanız çocuğun HIV+ olma ihtimali çok yüksek yüzde 35 civarında. Anne tedavi altındaysa binde 5. Ama anne negatif baba pozitifse sperm yıkama tekniği kullanarak çocuk doğurma ihtimal çok yüksek. İstanbul’da bu yöntemi uygulayan bir çift var; Baba pozitif, anne negatif şu an hamile ve doğurmak üzere.’’
Pozitif Yaşam Derneği
Tel: 0 216 418 10 61
HIV Virüsü; teşhisi zamanında konulup, tedavi ise düzenli yapılırsa tıpkı diğer kronik hastalıklar gibi seyrediyor. Hastalığın son devresi ise AIDS olarak nitelendiriliyor. Nasıl diyabet hastaları diyetini uygular, ilaçlarını düzenli olarak kullanır, ensülin iğnesi yaptırır ve sağlıklı yaşarsa HIV pozitif virüsü taşıyanlar da uyku düzeni, beslenme, bağışıklık sistemini zorlayacak yaşam tarzından kaçınma gibi belli başlı konulara dikkat ederlerse hastalık ölüm tehlikesi taşımıyor.Oysa genel olarak HIV virüsü taşıyanlar; virüsten çok toplumun önyargısı ile savaşmak zorunda kalıyorlar.Kişinin HIV virüsü taşıdığı dış görünüşten fark edilmiyor.Tanı ise Elisa yöntemiyle yapılan kan testiyle konuluyor.Virüs vücuda girdikten ancak altı ay sonra ortaya çıkıyor.HIV virüsü taşıdığı kuşkusu duyan kişiler öncelikle enfeksiyon hastalıkları uzmanına başvurması gerekiyor.Tüm devlet ve üniversite hastanelerinde, özel hastane ve laboratuarlarda Eliza testi belirli bir ücret karşılığında yapılıyor.Bu testi yaptırırken kişi ismini belirtmek zorunda değil ve testi yapan kuruluşun nüfus cüzdanını isteme yetkisi yok.Yalnızca herhangi bir sevk söz konusuysa isim verilmek zorunda kalınıyor.Testin sonucu pozitif çıkarsa testin yalancı pozitif çıkma ihtimaline karşı ‘western blood’ denilen doğrulama testinin yapılması gerekiyor.AIDS;Sağlık Bakanlığı’na bildirmesi zorunlu bir hastalık olduğundan; sonuç pozitif çıktığında kişinin isminin baş harfleri ve doğum yılı kod olarak alınıyor.Gizlilik hastanın sosyal yaşamında en etkili silah olduğundan; tedaviden sorumlu doktor ve ekibi isteği dışında herhangi birinin bilmesi gerekmiyor.Hal böyleyken; HIV virüsü taşıyan bir hastanın toplumda yaşamını tekrar düzenleyerek hayatına rahatlıkla devam ettiği düşünülebilir…Oysa senaryo aslında hiç de böyle gelişmiyor…Bunu daha net ortaya koyabilmek için sizler için Pozitif Yaşam Derneği’nde gönüllü olarak çalışan C.Z. ve Z.B kod adlı HIV virüsü taşıyan iki hastanın karşılaştıkları zorlukları anlatmasını istedik.
‘PSİKOLOG DESTEĞİNE İHTİYAÇ DUYDUM!’
MARIE CLAIRE: günlük yaşamınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
C.E.: Ben alelade bir hastane koridorunda öğrendim sonucu.Hemen o an; hatta ilk bir ay içinde doğru bilgiye ulaşamadım ’Doğru bilgi’;hasta ya da taşıyıcı durumunda ilaç kullanarak yaşamaya devam edebileceğiniz bilgisini kastediyorum.Oysa ben hemen öleceğimi zannetmiştim ve ilk karşılaştığım doktora direkt ne zaman öleceğimi sormuştum.Doktorum cevap olarak; test sonuçlarına göre ilaç kullanmama gerek olmadığını, ancak kullanmam gerekse bile artık bunun kronik bir durum olduğunu, bundan böyle her şeyin bu şekilde devam edeceğini endişelenmememi söyledi.Bayağı rahatladım fakat 15-20 dakikaya sıkıştırılan bir bilgilendirmeydi.
M.C.:Kendinizi toparlayarak; normal hayata devam edişiniz nasıl gerçekleşti?
C.E.:Psikolog desteğine ihtiyacım oldu.O sırada internetteki araştırmalarım sonucunda HIV virüsü taşıyanlar grubuna ulaştım ve ilk yardımı onlardan aldım.Ben şanslı olan azınlıktanım çünkü internet gibi bir erişim imkanım vardı.o grupta tanıştığım bir doktorun tavsiyesiyle 6; altı ay boyunca psikolog desteği aldım.Aslında bu tür desteğin resmi tedavi prosedüründe yer alması gerekiyor ve bizler eksikliği hep hissediyoruz.
M.C.:Hastalığı öğrendikten sonra aileniz yada iş arkadaşlarınızla olan ilişkiniz değiştimi?
C.E.:Ailemin sadece bir kısımı biliyor ve dışlanmadım.Ancak ailesi ve arkadaş çevresi tarafından dışlanan kişileri çok gördüm.
M.C.:İş hayatınızdaki zorluklar yaşadınız mı?
C.E.:O konu dada şanslıydım.İlk tanı aldığımda desteklerini hissettim gerçekten.Bu alanda iyi bir örneğim fakat olaylar genellikle böyle gelişmiyor.Mesela şüphe duyulan kişinin çantası karıştırılıyor, ilaçları bir eczaneye sorulup işine son verilebiliyor.
‘SAĞLIK SEKTÖRÜNDE ÇALIŞANLAR BİLE BİZE ÖNYARGILI!’
M.C.:Peki siz günlük yaşamınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Z.B.:Cerrahi girişime hiçbir şekilde yanaşılmıyor.Bir başka örnek de diş dolguları ve çekimlerimizin yapılmak istenmemesi.Bir doktor reddederken bir diğeri sterilizasyon makinesi olmadığını gerekçe gösteriyor.Sağlık sektöründe çalışanlar bu kadar önyargılıyken; toplumun genelindeki önyargılarını değiştirebilmemiz yada bilinçlendirebilmemiz zaman alacak.Bu tarz önyargılar özellikle ismi duyulmuş, çok prestijli hastanelerde başımıza geliyor.Çok basit burun eti ameliyatına dahi ‘hayır’ cevabı alıyorsunuz.
M.C.:Siz çevrenizden ne tür tepkiler aldınız?
Z.B.:Gizlediğim için ailem hiçbir sorun yaşamadım.Ailem bilmiyor.Yakın arkadaşlarım ve birlikte olduğum kişi biliyor sadece.Onun dışında da kendimi korumaya yönelik bir yaşama biçimi oluşturdum.Çünkü dışlanmak, haksız bir ayrımcılığa uğramak kendimi savunuyor olmak istemiyorum.Ancak rutin kontrollerinizden tutun da tahlil tetkik kağıdınız dosyalanmasına varıncaya kadar tetikte yaşıyorsunuz. Mesela bilgisayarımı açık mı bıraktım acaba, o gün eve birileri gidecek mi ev halkından biri görecek mi, bilgisayarımda masa üstünde hangi dosyayı açık mı bıraktım acaba gibi endişeleri sürekli taşıyorum.Mail gruplarından gelen mailleri saklamaya çalışmakta ayrı bir sorun.Telefonda konuşurken bile bu hastalığın adı şifreli.Yeme alışkanlıklarınız, cinsel yaşamınız, sosyal hayatınız, uyku düzeniniz bile HIV düzenine göre şekil alıyor.
M.C.:Bu değişim sürecinde neler yaşadınız?
Z.B.:toplumun ön yargılar hastalığın kendisinden çok da hak etmediğimiz davranışlar rahatsız ediyor beni.Mesela bir doktor bana ‘Yaklaşma!’demişti! Bunu söyleyen enfeksiyon doktoruydu ve benim hiçbir enfeksiyon hastalığımda yoktu.Bunu söyleyen doktora tedavi için gitmek zorundayım.Hakkımı savunsam durum benim aleyhime dönecekti.Lafı yuttum ama üzerimde kaldı.Bir süre sonra özgüven problemi oluşmaya başladı.Aslında uyuyan depresyon hali vardı.
M.C.:Sizin iş yaşamınızı nasıl etkiledi?
Z.B.:Şu anda çalışmıyorum.Çalışmama nedenimde korkularım.Hepten rahatsız olduğumda nasıl dinleneceğim, hastaneye kontrole gittiğimde iş yerimde ne diyeceğim gibi endişelerim var.Yani yalan söylemeyi de, gizlemeyi de sindiremiyorum.
M.C.:Hastalanmadan önce iş yaşamınız nasıldı?
Z.B.:Çok aktif çalışıyordum.Çok az boş dolaştığım oldu.İşsizlikten de korkardım açıkçası.Şu anda başıma geldi.İleride çalışabilmem için maddi imkanlarımın çok olması ,kendi işimi kurmam ve gerekli çevreye de sahip olmam gerekiyor.
POZİTİF YAŞAM DERNEĞİ
Türkiye’de bir ilk olarak kurulan pozitif yaşam derneği bir proje merkezi…
Sağlık bakanlığı ve uluslar arası bir kuruluş olan Küresel Fon sponsorluğunda geçtiğimiz yaz kurulmuş. Yaklaşık bir yıllık geçmişi olan Pozitif Yaşam Destek Merkezi; HIV ile yaşayan hasta yakınlarına psikolojik, tıbbi ve sosyal yönden güçlenmeleri, yaşama yeniden entegre olabilmeleri sağlamak ve dolaylı olarak da hastalığı engellemek için kurulan bir dernek.Pozitif Yaşam Derneği’nin telefon danışma hattı 0 212-288-38 48 ve GSM 0 533 600 18 48…HIV pozitif geçen kişi ve yakınlarına eğitimden geçen derneğin üyeleri, pozitif kişiler…Bu telefon danışmanlığı ile bir parça karşıdaki insanı sakinleştirip bilgilendirdikten sonra tedavi için kliniklere ve destekleyici tedavi için merkezdeki yönlendirme başlıyor.Bu hizmet ve sadece hasta yakınlarına verilen bir hizmet.
RAKAMLARLA DÜNYADA AIDS
UNAIDS’in web sitesinde 2005 yılı itibariyle yayınlanan istatistik sonuçlarına göre; dünyada 38 milyon 600 bin HIV hastası olduğu tahmin ediliyor.Bu hastalığı kıtalara göre dağılımı şöyle
-Güney Afrika-24 milyon 500 bin
-Doğu Asya-680 bin
-Avustralya, Fiji, Yeni Zelanda ve Papua Yeni Gine gibi okyanus ülkeleri-78 bin
-Güney ve Güney Asya-7 Milyon 600 bin
-Doğu Avrupa ve Orta Asya-1 milyon 500 bin
-Batı ve Orta Avrupa-720 bin
-Kuzey Afrika ve Ortadoğu-440 bin
-Kuzey Amerika 1milyon 100bin
-Latin Amerika 1milyon 600 bin
Geçtiğimiz yıl dünyada yaklaşık 2 milyon 800 bin kişi AIDS yüzünden öldü.
Semin Gümüşel / Aralık 2006 – Aktüel Dergisi ve Sabah Gazetesi
Bir gözün görevini kelimeler yerine getirebilir mi sizce? Yani yağmur sonrası gökyüzünde bir anda beliren gökkuşağını hiç görmemiş birine sadece sözlerle anlatabilir misiniz? Hadi gökkuşağından vazgeçtim, ne bileyim mesela fındığı anlatabilir misiniz? Görüntüsünü, tadını, dokunduğunuzdaki hissi… Zordur değil mi? İşte ben de şu an neredeyse aynı durumdayım. Dolu dolu tam 48 saat HIV +’li insanlarla beraberdik, AIDS’li değil. “İkisi aynı şey” mi diyorsunuz? Tamam, baştan başlıyoruz.
Malum 1 Aralık yaklaşıyor. Geçtiğimiz Salı günü, Pozitif Yaşam Derneği’nden iki yetkiliyle görüşüyoruz. Bize HIV +’lerin sorunlarından, dernek çalışmalarından söz ediyorlar ve ekliyorlar “Bir kişinin HIV + olduğunu asla anlayamazsınız!” Bense bilmiş bir edayla içimden geçiriyorum ”Ben kaçın kurasıyım, hem Philedelphia filmini de izledim. Tanımaz olur muyum AIDS’li birini?” Neden sürekli AIDS değil de, HIV pozitif diyorlar acaba sorusu aklıma geliyor. Farkını bilmesem de, ben de onlara ayak uyduruyorum.
Ertesi gün dernekteyiz. Dernek mora boyanmış duvarları, ferah mobilyaları ve sürekli gülen insanlarıyla bildik “dernek” görüntülerine pek benzemiyor açıkçası. Dernek çalışanları, derneğin psikologu, avukatı, bir sürü insan koşuşturuyor. Bir yandan fotoğraf çekimini organize ediyoruz arkadaşım Garo’yla… Odada oturan o yakışıklı, genç adam psikolog olmalı! “Sizin de fotoğrafınızı çekelim” deyince, yüzündeki ifadeden hemen uyanıyorum ve ilk şok! Murat Can beni çok şaşırtıyor. Görmeyi beklediğim tip asla o değil. Daha çok yeni almış herhalde virüsü, diyorum. Sonra başka HIV +’liler geliyor. Onlar da beni şaşırtıyor! Bir kere hepsi çok iyi görünüyor. Kendileriyle çok barışıklar! Kimse ağlamıyor, dramatik sahneler yaşamıyoruz, sarılıp ağlamıyoruz. Gözlerimiz dalmıyor uzaklara… Hatta inanın ki abartmıyorum daimi bir neşe havası var dernekte… Ama her şey gerçek, her şey sahici! Kapıdan çıktıkları anda bambaşka kimliklere bürünmek zorunda kalan, maalesef sadece bu küçük apartman dairesinde HIV + kimlikleriyle sosyalleşebilen insanlar onlar… Herkesin ayrı bir hikayesi var. Ama en önemlisi, ister istemez gerçek acılarla tanışmışlar… Ölümle bir an burun buruna gelmek çok acı da olsa, hayatlarında her şeyin “sahici”sine sahip olmuşlar HIV + sayesinde… Sahici korkulara, sahici dostluklara, sahici aşklara, sahici yalnızlıklara ya da sahici umutsuzluklara…
O saygın sahiciliğiyse insan dinlediği, konuştuğu, heyecanlandığı, korktuğu, “Ya bende de varsa” diye içinden geçirip durduğu, hayranlık duyduğu o çok yoğun 48 saatten sonra gece yastığa başını koyduğunda, vicdanıyla hesaplaştığı o en zor anda fark ediyor. İnsan Pozitif Yaşam Derneği’ndeki ortamı görünce, hayatınızda ilk kez gördüğünüz insanlarla onların en büyük sırlarını paylaşıp, yaşadıklarına ortak olunca uzun uzun düşünüyor. Günlerce düşünüyor. Büyük bir sırla yaşamanın nasıl ağır bir şey olduğunu mesela, utanacak hiçbir şeyin yokken yüzünü göstermeden fotoğraf çektirmek zorunda olmanın yarattığı hissiyatı ya da insanların hiç düşünmeden, özensizce, duyarsızca yaptıkları bir küçük hareketin, bir tek sözün o kırılgan kalpleri nasıl incittiğini anlayınca, insanlığınızı sorguluyorsunuz siz de… Hatta sokaktaki her insan adına da yapıyorsunuz bunu…
Gazeteciliğin en heyecan verici yanı olan, “Hayatına ne zaman neyin gireceğini asla bilemezsin!”kuralı, bir gün bir anda beni HIV +’lerle tanıştırdı. İyi ki de tanıştırdı! Hayatım daha zengin artık, diyebilirim, daha iyi, düşünceli ve anlayışlı bir insan olmaya çalışıyorum. Aslında bir anda herkesin dahil olabileceği çok hassas bir yaşamın kapılarını açtılar bana… Sonuçta bu iki günde, bizim HIV +/ AIDS hakkındaki tüm ezberimiz bozuldu… Bakalım sizinkini de bozabilecek miyiz?
İki gün boyunca Pozitif Yaşam Derneği’yle bir şekilde ilintili olan HIV +’lilerle beraberdik. Bize yaşadıklarını anlattılar. HIV + oldukları o ilk “an”ı, korkularını, sevinçlerini, deneyimlerini… Aralarında bebek planları yapanlar da var.
“Acaba bu bir lütuf mu?”
Murat Can 32 yaşında. Ezberimizi ilk bozan o oldu. Çok bakımlı, yakışıklı ve pozitif! Özel sektörde çalışıyor. 7 aydan beri HIV +. Murat Can diş etlerinde çıkan bir anuk sonucu, diş hekiminin yönlendirmesiyle durumu araştırıp test yapmış, sonuç pozitif! “İlk öğrendiğim zaman, hayat, yaşam, öyküler, her şey gerçekten film şeridi gibi gözünüzün önünden geçiyor. Ben bu konuda bilinçliyim. Ama maalesef ki sizin başınıza gelince, garip bir şey oluyor. Aynaya baktığınızda yakıştıramıyorsunuz. “Hayır, ben olamam. Bu kadar az görülen bir vaka nasıl beni bulabilir ki?” diyorsunuz.” Hastane Murat Can’ı hemen derneğe yönlendirmiş. “Buradaki çalışanlardan doktora kadar herkesle aramızda korkunç bir elektrik oluştu. Kendinizi evinizde gibi hissediyorsunuz. Herkes aynı şeyi paylaşıyor. Herkesle aynı dili konuşmak gerçekten çok güzel.” sözleriyle anlatıyor dernekteki ortamı. Murat can şu an ilaç kullanmıyor, sadece beslenmesine dikkate ediyor, spor yapıyor. Bu virüsü cinsel yolla alsa da, kimden ve neden aldığına hiç takılmamış. “Hayata küsemem.” diyor. Hep pozitif: “Bazen bu zamana kadar hiç sağlıklı yaşamamışım gibi de hissediyorum. Böyle bir şey oldu ve ben sağlıklı yaşamaya mı başladım. Acaba bu bir lütuf mu? Tanrı bize bir şey mi verdi? diye düşünüyor insan… İlerde ilaca başlarsam, kendimde net bir semptom gördüğümde, bunu nasıl yaşarım bilmiyorum. Benim için en önemli olan şey şu an, CD 4 ve CD8’lerimin düşmemesi gerekiyor!“
Murat Can daha yeni bir HIV +’li olmasına karşın, hemen hepsinin uğradığı ayrımcılıktan ve genel bilgisizlikten şikayetçi! “Türkiye’de toplumun bu konuya yaklaşımının değişmesi için çok uğraşmak lazım. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) “Bu, artık kronik hastalıklar grubuna girdi.” diyor. Ama maalesef çok terbiyesiz enfeksiyon uzmanları var. Eldiven, maske takıp muayene edenler var. O anda elinde bir kan tüpü varsa, at kafasına, fırlat, direkt HIV’li olsun” diyorsun. O yüzden önce bu kişilerin, doktorların eğitilmesi gerekiyor. Hiç kimsenin “Ben bu virüsle asla karşılaşmam” dememesi gerekiyor. Ben öyleydim. Ben hayatımda asla böyle bir şey olmaz derken, bu başıma geldi. İnsanları lütfen yargılamasınlar! Ve herkes bununla bir şekilde karşılaşabilir. “ uyarısını ekliyor.
En kıdemli HIV +’li
Pozitif Yaşam Derneği’nde herkes internet ortamında e-gruba üye… Bu sanal platformu hazırlayan ise, tanıştığımız en eski HIV + kişi, Elif ve erkek arkadaşı Tolga… Elif 31 yaşında. 11 yıl önce enfekte olmuş. Hem de ilk ilişkisinde… Elif 1996’nın başında tanı almış.İki üç yıl sonra bütün semptomları vermeye başlamış, işini yürütemez hale gelmiş. Hastalığın tespiti boyunca çok güçlükler çekmiş. Dört sene boyunca hastane hastane gezmiş. Doktorlar sürekli kansere yoğunlaşmışlar. “Ben aylarca gırtlağımı delecekler diye korkarken, çok daha güçlü ama bir o kadar da zavallı bir hastalığın kıskacındaymışım” diye anlatıyor o günleri… O yıllar boyunca aklına hiç HIV gelmemiş: “Kendine konduramıyor insan bunu. Hala da bir rüyadan uyanacağız ve böyle bir şeyin olmadığı söylenecek ve ben bunca kaybın ardından yeniden nasıl hayata adapte olacağım diye düşünmüyor değilim.”
Sürekli çift karakterliyim HIV + olduğunu ilk öğrendiğinde tam bir şok geçirmiş Elif, o gün hala hafızasında net değil. Erkek arkadaşını aramış hemen. İlk ve son kez ağlarken görmüş Elif sevdiği adamı. Tüm HIV +’ler gibi çok yakında öleceklerini düşünmüşler. “Hatta ben bir yerden sertifika almaya gidecektim, nasılsa öleceğim diye gidip almamıştım bile…“ diyor Elif. O da yine hemen herkes gibi ailesine söyleyememiş bu durumu. Altı yıldır tedavi görüyor, ailesiyle yaşıyor ama onlardan büyük bir sır saklıyor: ” Aslında başınıza ne geldiği çok önemli değil sadece toplumla savaşacak gücüm yok benim. Açıkçası beyinlere kazınmış olan önyargıları ne kırabilecek güçteydim, ne de böyle bir isteğim var.Aileme söyleyemiyorum. Bunun haksızlık olduğunu düşünüyorum. Ama onların bu yükü kaldıramayacağını düşündüğümden bu ketumluğum. Sürekli çift karakterliyim. Odamda yalnızlığımla başbaşayım, özellikle annemin karşısında böyle süreçlerimde güçlü olmaya zorluyorum kendimi.”
Elif çok şanslı… Bu zor zamanları tek başına yaşamamış. Erkek arkadaşı Tolga hep ama hep yanındaymış. “Erkek arkadaşım hiç mecbur olmadığı halde, yıllarca benimle soğuk hastane koridorlarını arşınladı. Gidebileceği çok daha güzel alternatifleri, çok cazip ortamları varken O bana refakat etmeyi seçti üstelik yaşadığı hayatın sosyal imkanlarını ödünleyerek.” Sabah 5’lerden itibaren hastane kapılarında ilaç kuyruğuna girmişler nöbetleşe bekleyerek… Fakat elbette ilişkileri sorunsuz gitmemiş… Başlarda özellikle cinsel hayatta sorun yaşamışlar. “İlk başta tabii bir kendini çekme oldu ama bunlar çok doğaldı. O dönem psikolojik destek aldık. Üç sene boyunca sürekli test yaptırdık. Ama sonunda hiçbir riske mahal vermediğimiz için konuyu kapattık. Ama şu çok eminim ki ben şu an yatağa düşsem, bana bir ömür boyu bakar, altımı temizler.“
HIV +’lerin korkulu rüyası: Ameliyat edilmemek! Elif arkadaşları açısından da şanslıymış ama iki olay onu çok üzmüş. Birincisi bir aileden bir yakınlarının çocuklarını görüştürürken temkinli olması… “Hala öpemiyorum çok sevdiğim o çocukları” diyor. Bir de bir arkadaşının kendisini evcil köpeğiyle görüştürmek istememesini unutmamış. Bir de maalesef HIV virüsünden korktukları için cerrahlar tarafından çok geç ameliyat edilen ve hayatını kaybeden arkadaşının acısı var içinde hala. Bu konu, hemen her HIV +’in korkulu rüyası!
Elif ile Tolga’nın evliliğe giden bir ilişkisi var. Fakat Elif kendini anne olmak için yorgun hissediyor. Altı yıldır ilaç kullanmanın getirdiği pek çok farklı rahatsızlığı daha var. Bedeni yorgun! Ama bir gün yeni bir ilaç çıkar, bedenimi güçlendirirse, neden olmasın diyor! Elif sözlerini şöyle bitiriyor: “Onca fiziksel acıya, zafiyete ve onca ruhsal devinime rağmen ne olursa olsun yaşamak ve yaşamda ki detayları yakalamak güzel ve bu detayları ısrarla vurgulayan, gözüme gözüme sokan yegane faktörde “HIV Pozitif olmak” oldu. Korkmazgil ‘in dediği gibi; “Bu ne çıldırtan denge yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe…”
“Çocuk istiyoruz!”
Can 10 yıldır HIV +. Eskiden rehberlik yapan Can, muhtemelen virüsü o dönemde almış. Yaşı 30’u biraz geçmiş ama çok genç görünüyor. Can, askerliğini yaparken rutin kontroller sırasında HIV + olduğunu öğreniyor! İlk anda belki de pek bilmediğinden durumun vahametini anlamıyor. Askeriye de çok iyi aydınlatıldığını, desteklendiğini, psikolojik destek gördüğünü anlatıyor. “Bu durumun askerdeyken ortaya çıkması benim için bir şansmış. Pek çok arkadaşım çok tatsız deneyimler yaşamış. Ve gerçek hayat… Yaklaşık bir ay sonra, Can kötüleşmiş, hastalandıkça da korkmuş HIV’dan… İlk baştaki boşluk duygusu yerini ölüm korkusuna bırakmış. Neyse ki Can hepsini atlatmış, HIV hakkında bilinçlenmiş, ilaç tedavisine başlamış.
HIV + insanların hasta, zayıf, yalnız, zavallı insanlar olduğu şeklindeki tüm önyargılara inat, Can HIV + olmayan kız arkadaşıyla hayatını birleştirmiş. Şimdik eşi, Can’ın HIV + olduğunu öğrenince, büyük tepki vermiş: “Eşim benim verdiğim tepkiden çok daha büyüğünü verdi. Epeyce üzüldü, sakinleştirmek zaman aldı, aylar sürdü. Ben ona anlattıkça, bununla birlikte yaşayan insanları gördükçe, mesela başarıyla yaşamını sürdüren dünyadaki ünlü sporcu örneklerine bakınca, fikri değişmeye başladı. Bir şekilde birbirimize destek olarak bunu başardık ve evlendik. Tedavi olduğum ve değerlerim de düşük olduğu için, zaten eşime bulaştırma şansım çok ama çok düşüktü. Üstelik bir de korunduğunuzda hiçbir risk yok!”
Can ve eşi 7 senedir evli. HIV + olduğunu öğrenince, eşinin kendisini terk etmesinden hiç korkmamış. “HIV – insanların yaşamından hiçbir farkımız yok” sözleriyle aktarıyor bir HIV + ile bir HIV –‘in evliliğini.
HIV + ile HIV – evliliğinde bebek niyeti
Can ve eşinin gelecek planlarında çok yakında bir bebek var. “İlk hedefimiz, belli bir zaman sonra çocuk. Ardından ona iyi bir gelecek sağlamak… Zaten biz de her şeyin çok iyi olması için ince eleyip sık dokuyoruz, o yüzden henüz hazır değiliz. Eşim bunun mümkün olabildiğini öğrenince hüngür hüngür ağladı. Son olarak Can bize HIV + ile geçen 10 yılın bir muhasebesini yapıyor: “Hastanelerde insanlar artık daha bilgili… O yıllarda, uzmanlar dışındaki pek çok doktor öcü gibi görüyordu hastaları… Konuşmayı bile uzaktan yapıyorlardı. Hele hastanın yarası varsa, muayene bile etmiyorlardı. Hasta öksürünce, odadan kaçan doktorlar vardı. Özel hayatıma gelince, bu 10 yılın en kötü anı, anneme HIV + olduğumu söylediğim andı, en güzel an ise balayımız!
“Afrika’dan ailesini AIDS nedeniyle kaybetmiş bebek evlat edineceğim”
Mert 30 yaşında, mühendis, serbest çalışıyor. Mert’in tanısı mart ayında konmuş. Aileden gelen genetik kanserle ilgili olarak kontrole gittiğinde, HIV + olduğunu öğrenmiş. Hem de İstanbul’un en büyük zincir özel hastanelerinden birinden açılan, hiçbir danışma, psikolojik destek verilemeden bir anda verilen bir haberle… Öylece kalakalmış, hatta toplantıya girmiş aklı bomboş… Ertesi gün durumu teyit için bir sürü laboratuara, hastaneye koşup testler yaptırmış. Sadece Johns Hopkins Üniversitesi Mikrobiyoloji Başkanı Salih Bey kendisini görüşmeye çağırmış. “Sonuç kesinleşince, kimse de size anlatmadığı için “Öleceğim” diye düşünüyorsunuz. Ben de durumun iki arkadaşıma anlattım, hasta hakları konusunda uzman biravukat arkadaşımı da arayıp vasiyetimi hazırlamak istediğimi anlattım. Neyse ki o bu konuda çok bilinçliydi, beni sakinleştirdi ve yönlendirdi.” Mert de işyerinde durumunun öğrenilmesinden endişelenmiş. Bu konudan dolayı, şirketinde çalışanlarla arasında hukuki bir mesele olup olmayacağını araştırmış, olmayacağını öğrenince rahatlamış.
“Bu durumu partnerime anlatmak da çok zordu. Ama çok şanslıydım. Daha bir aydır beraber olmamıza karşın, beni destekledi. Dokuz ay oldu hala beraberiz. Onun varlığı bana büyük güç verdi. Ailemden ise sadece yeğenlerime söyledim. Anneme bunu söyleyemem, bunu kaldıramaz.” HIV + olunca, diğer bütün HIV +’ler gibi Mert’in de hayatı değişmiş. Sakinleşmiş, beslemesine dikkat etmeye başlamış, hayatını daraltmış! “Benim en büyük korkum, ofisimdeki iş arkadaşlarımın öğrenmesiydi. Ben bunu hukuken avukatıma da danıştım. Hiçbir sorun yokmuş. Ama mesela bir hastane dosyam var. Onu be ne eve götürebiliyorum ne de ofisime biri bulur diye… Dosyamı bagajımda gezdiriyorum. Sürekli bunu saklamak zorundasınız. Sürekli bir yalan dünyasında yaşıyorsunuz. Bilmeyen insanlara karşı bir maske takıp oynuyorsunuz. Ben de isterdim, açıklayım, kabuk görsün. Ama şu an pek mümkün değil.” diyerek sıkıntısını ifade ediyor.
Mert kendisine en büyük desteğin HIV +’lerle tanışmak olduğunu söylüyor. “Tanı konduktan bir hafta on gün sonra e-grupla tanıştım. Herkesin bir şekilde hayatlarına devam ettiklerini, evli olduklarını, HIV + olduktan çocuk sahibi olduklarını gördüm. Bunlar bana çok iyi geliyor!” Mert’in gelecek planları da değişmiş: “Afrika’da da binlerce çocuk AIDS’ten ölüyor, anne babasını kaybediyor. Nesiller, kültürler kayboluyor. Birkaç arkadaşımla planımız, Botswana’dan anne ya da babasını AIDS’den kaybetmiş bir çocuk evlat edinmek… Onların yardıma ihtiyacı var. 2-3 sene içinde, bunu yapacağız. Araştırdım. Şartlarım uyuyor. Altı ay sürecek.”
İşyeri rahatsızlığını öğrenince, işten atıldı
Doğa ise 30 yaşında… 5 yıldır HIV +’li. Cem, düzenli bir ilişkisi olmadığı için zaten test yaptırıyormuş. İkinci seferde, HIV + olduğunu öğrenmiş. Hemen bu konuda bilgilenmiş. Doktorlarla temasa geçmiş. “İlk 3 sene hayatımda hiçbir şey değişmemişti. İşime devam ediyordum. Partnerimle bir sorun yoktu. Ben kendimi iyi hissediyordum. Sonra iki yıl önce birden her şey bozuldu. Yurt dışında dil kursundayken işten çıkarıldım. Öyle bir zamanlama ayarlandı ki, itiraz bile edemedim. Bana telefonda söylendi.” Doğa, büyük ihtimalle işyerinde durumunu bilen
arkadaşlarından konunun yayıldığını ve işini kaybetmesine neden olduğunu düşünüyor. Doğa yine de, ümtile başka bir iş bulmaya çalışmış. Ama bu kez de karşısına raporuna yazılan tanı engel olarak çıkmış. Neyse ki geçtiğimiz günlerde, Poziitf yaşam Derneği’nin avukatının da telkiniyle tekrar başvurarak yeni bir rapor almış. Doğa maddi imkansızlıklardan dolayı son iki senedir hiçbir tetkik yaptırmamış, tedavi olmamış.
HIV virüsünü eşinden kaptı.
Kod adi Kız Kulesiii, derneğin neşesi… Herhalde görüp görülebilecek en pozitif HIV +. HIV/AIDS “marjinal hastalığı” yakıştırmalarına ciddi bir cevap… 17 yaşında ailesi tarafından evlendirilmiş, 19’unda anne olmuş, sekiz sene sonra ise boşanmış. Şu an 33 yaşında… 2005 Ocak ayında HIV + tanısı konmuş. Kiz kulesiii çok ciddi sağlık şikayetleriyle hastaneye gitmiş. 1,5 sene teşhis konamamış. “Sürekli kilo kaybediyordum, midemde yara vardı. Kan değerlerim sürekli olarak çok düşüktü. Midem geçmişti ki boğazımda aft gibi yaralar çıkmaya başladı.
Sürekli tahliller yaptılar bana… Bu arada boğazım öyle bir hale geldi ki, tükürüğümü yutarken gözlerimden yaşlar geliyordu. Daha sonra nefes alma güçlüğü yaşamaya başladım. Hem yürüyüp hem konuşamıyordum. Üç kat merdiveni 40 dakikada çıkmaya başladım. Krizler geçirmeye başladım, nefes ne giriyor, ne çıkıyor, kalbim inanılmaz hızlı bir şekilde atıyor. Aynı zamanda çok depresif ve yorgunum, her yerde uyuyorum. Sonunda be hareket edemez hale geldim. Nihayet bir hastane beni kabul etti ve o sırada bana tabı kondu.”
HIV + olduğunu öğrendiği ilk an, çok büyük bir boşluk hissetmiş, “Çok büyük bir uçurum, defalarca yere çarpmak üzereyken geri geri gelip yeniden düşüyorsunuz. Hatta çarpıp geri çıkıyorsunuz.” Neyse ki doktoru hiç soru işaretine yer bırakmadan bilgilendirmiş onu, ilaçlarını kullanarak gayet, sağlıklı, uzun ve kaliteli bir yaşam sürebileceğini ve gizlilik haklarını anlatmış.
Kız Kulesiii bugün çok sağlıklı… Hep pozitif ve güçlü olmuş. “Bu bende var diye kendimi kahretmem, hiçbir fayda getirmeyecek bana… İlk andan beri “neyi nasıl yapmalıyım”ı öğrenmeye çalıştım, öğrendim. Kimse için bir tehdit değilim, virüs saçan bir yaratık değilim.” diyen Kiz Kulesiii, 13 yaşındaki çocuğu ve ailesiyle beraber oturuyor. Sivil toplum alanında çalışıyor. HIV + olduğunu söylemekten çekinmiyor. Sadece çocuğu henüz bilmiyor, onun da ergenliği atlatmasını bekliyor. Bir de sevgilisi var. Tanı konduğu zaman da beraber olduğu… 3i5 yıldır beraberler… “Seneye evlenmeyi düşünüyoruz. Ben zaten çocuk sahibi olduğum için tekrar çocuk sahibi olmayı düşünmüyorum. Yoksa HIV + olmamla bir ilgisi yok.” diyor Kız Kulesi…
Son olarak da ev kadınlarına bir mesajı var: “Artık sadece risk gurupları değil, ev kadınları da büyük tehdit altında. Çünkü kocaları dışarıda başka kadın veya erkeklerle korunmasız cinsel ilişki yaşıyor. Sonra evde karılarıyla da birlikte oluyorlar. Dışarıdan aldıkları her türlü mikrobu – virüsü eve de taşımış ve bulaştırmış gibi oluyorlar. Tıpkı benim başıma geldiği gibi… Buradan ev kadınlarına seslenmek istiyorum: Sadece HIV’e özgü değil, Başka bir çok cinsel yolla geçen hastalık var.
Eşlerine güvenmesinler ve onlar gitmeseler bile kendileri mutlaka belli aralıklarla test yaptırsınlar. Erken tanı almak her zaman daha iyidir.”
Onun bir mücadelesi var!
G.babacan çok farklı bir insan… O da çok neşeli, eğlenceli, sözlerinde ise ince bir hüzün var. Çok sevdiği Lou Reed’in “Magician”şarkısının sözleri anlatıyor belki içindekileri…
G.B 1 nisan 2004’te öğrenmiş HIV + olduğunu… Başka bir rahatsızlık için test yaptırdığı sırada durum çıkmış ortaya… “İlk an dünya çekildi sanki” diyor G.B. İlk gece, dört arkadaş kocaman bir evde dört küçük çocuk gibi birbirlerine sarılıp yatmışlar! Önce o da öleceğini sanıp kitaplarını dağıtmış, veda mektupları yazmış sevdiklerine… Sonra zamanla hayat normale dönmüş. Önceleri yanında gelecek planları yapılınca içi acırmış. Geçen üç yılda çok şeye alışmış. En çok durumunun işyerinde öğrenilmesinden ve annesinin öğrenmesinden korkmuş. En çok da hastalığın sosyal boyutuyla uğraşmak onu yormuş!
G.B.nın bir de uğraşını verdiği bir konu var. G.B. bir devlet memuru. Özel durumunu anlatıyor: Diğer arkadaşlarımın sosyal güvencelerinden dolayı durumlarının çalıştığı yerlere ulaşması çok zor. Sosyal güvencesi emekli sandığı olan ve halen 657 sayılı yasaya tabi olarak çalışan bir memurum ve memuriyette reçeteler direkt işyerine geliyor. Bilgilerin gizliliği ilkesi bir hasta hakkı olarak uygulanmadığı için, tüm bilgiler reçete aracılığıyla çalıştığınız kurumdaki memurun önüne geliyor. Oysa yasa hastadan yana ama uygulama öyle değil.
Benim son altı aydır ilaç kullanmam gerek ama uygulamadaki bu sorun halledilmeden yapamıyorum. Bunu sadece kendim için değil, küçük yerlerde yaşayan ve asla deşifre olmak istemeyecek kişiler için de yapıyorum. Dayanabileceğim kadar dayanacağım.”
“Aşk ve cinselliği lüks olarak görmeye başladım.”
Bu, iki yıl yaşamına ölüm temasını getirmiş. “Ölüm çok somutlaştı. Uzak soyut bir şey değil artık. Bir de gelecek duygusu yok oldu.” Tam üç yılının her gününde işyerinde ne olacak sorusuna kafa yormuş olmak ise çok canını sıkmış! “Üç sene HIV + biri için hiç kısa bir zaman değildir. Biz bu dernekte aynı zamanda zamanla da yarışıyoruz. Çalar saat kuruldu ve her an çalabilir!” diyor G.B. Aşk ya da cinsellik diye soruyoruz, “”Onları kendi içimde bile artık lüks olarak görmeye başladım” diyor. “Özel hayatımda da cinsel noktada bir kilitlenmeyi halen de yaşıyorum. Ama bu belki de kendimle ilgili. sözü G:B’ye bırakıyoruz: “
“Bazen sabah uyandığımda, her şeyin bir rüya olduğunu görmek istiyorum
Bir büyüye ihtiyaç duyuyorum-böyle şeylere önceden hiç inanmazken
ve Lou Reed’in büyücü (magician) şarkısını dinleyip sözlerini okuyorum
sanırım AIDS’ten ölen arkadaşları için yazdığı bir şarkı,
bu şarkı benim HIV şarkım oldu
“yapacak çok şey var- daha çok erken
hayatımın sona ermesi için
bu bedenin çürüyüp gitmesi için…”
Her ne kadar bazen gitmek istesem de…
HIV +’lilerin sevgilileri anlatıyor!
Mert’in partneri yazıyor:
“Benimki gibi bir hikaye asla anlatılmamalı aslında…….
Benim dünyam kırılgan olduğu kadar sevgi dolu ve yasaktır da. Gizemleri olmadan yaşanamaz. Annem benim için sen su gibisin derdi: SU; kendi yolunu kazar, önü kapatıldığında ise kendine yeni bir yol çizer. Sevgilim Mert, ise köklü bir çınar gibi köklerini hayata, yaşama, zamana karşı sıkıca tutturmuş biri. Şu an HIV virüsü taşıyor, ama bu benim ona olan sevgimi düşüncelerimi değiştirmiş değil, HIV taşıyıcısı olduğunu öğrendiğim günde pek rahatsız olmadım çünkü HIV in korkulması gereken değil sadece dikkatli olunması gereken bir virüs olduğunu biliyorum… İnsanın hayatını olumsuz yönde etkileyecek bir Hastalık olduğunu düşünmüyorum. Heleki sevginin önüne geçecek bir hastalık olduğunu hiç düşünmüyorum. Mert ile beraberliğim halen devam ediyor ve edecekte çünkü en kuvvetli hissi SEVGİYİ paylaşıyoruz. “
Elif’in partneri yazıyor:
“O’nun HIV Pozitif olması beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor eğer bana soracak olursanız; Bir ömür boyu hiç yüksünmeden O’nunla olabilirim. Teninden tükürüğünden sakınmak ve ona ait herhangi bir eşyaya dokunmamak önce bana sonra O’na verebileceğim en saçma ceza olur.Bu düpedüz her ikimize de yapacağımız haksızlık anlamına gelir. Mesela bir hayat vaad edebilirim O’nun için, bir bebek sahibi olmayı bile düşünebilirim.Ancak bunun için önce O’nun sağlığı ve kendini gebelik sürecine ve anneliğe hazır hissetmesi gerekir. Çünkü O iyi olduğu zaman bende iyiyim. Biz hayat arkadaşıyız HIV/AIDS yüzünden ayrılmak düşüneceğimiz en son şey..”
Dernek hizmetleri
Pozitif Yaşam Derneği’nde geçtiğimiz temmuz ayında kuruldu. Kısa ama önemli sayılabilecek bir geçmişi var. Dernek HIV/AIDS ile yaşayan kişiler arsında bir iletişim ağı kurmak, onlara çeşitli konularda destek vermek, en azından dernek binasında sosyal bir ortam sağlamak, haklarını korumak amacıyla kurulmuş. Aslında dernek
HIV +’lilere bir aile sunuyor. Gizlilik derneğin baş ilkesi! Dernekteki herkesin bir kod ismi var. Kimse kimsenin özelini anlatmadıkça merak etmiyor.
Dernekte HIV +’ler için bir beslenme danışmanı, psikolog, avukat ve doktor çeşitli günlerde danışmanlık yapıyor. Hem de ücretsiz olarak! Bu tarz bir merkez ilk kez kuruluyor. Kayıtların tutulduğu, randevulu olarak hizmet verildiği bir yer… Ancak bu merkez bir fon tarafından ancak temmuz ayına kadar destekleniyor. Temmuz’dan sonrası şimdilik muamma! Yardımlar bekleniyor…
Gizlilik hakkı sürekli ihlal ediliyor!
Avukat Habibe Yılmaz Kayar, hukuki konularda HIV+’lilere danışmanlık yapıyor. Maalesef HIV+’lilerin en büyük sorunu, gizlilik hakkının ihlali. Kayar’ın verdiği bilgiye göre, hak ihlalinin yargı yoluyla tespiti ve tazminat sonuçlu davaların açılmasından HIV pozitifler kaçınıyor. Çünkü yargılama sırasında dosya herkese açık ve isteyen herkes bu Çok kişisel bilgilere ulaşabiliyor. Deşifre olma kaygısı hak ihlalleri karşısında etkili bir iç hukuk yoluna başvurma hakkı da kullanılamaz hale geliyor. Yine buna bağlı bir diğer sorun da, 657’ye tabii devlet memurlarının ödeme sisteminde yaşanıyor. Eczaneden ilaçlar verildikten sonra eczacı üzerinde HIV (+) yazan reçete ile birlikte memurun çalştığı kuruma başvuruyor ve işyerinde muhasebeci dahil bir çok kişinin HIV (+) tanısından haberdar olması bu yolla mümkün oluyor.
Uzman klinik psikolog Murat Yüksel, yaklaşık dört aydır dernekte HIV +’lerle ya da yakınlarıyla görüşüyor. Onlara psikolojik danışmanlık hizmeti veriyor. HIV+’lilerin farklı dönemlerde yaşadıkların sorunlara çözümler bulmaya çalışıyor. Halk sağlığı alanında yüksek lisansı olan beslenme uzmanı Ayşegül Bahar HIV/AIDS virüsü taşıyan insanlar için çok önemli olan ve hatta bu virüsün vücutta ilerlemesini geciktirmede de en etkili yol olan beslenme konusunda, kendisine başvuranların beslenme takiplerini yapıyor. Ayşegül Bahar, çok sıkı reçeteleri ve HIV +’lileri iyi beslenmenin önemine ikna edişiyle tanınıyor.
Arzu Kaykı derneğin proje koordinatörü…
“Ben HIV’lı hastaya bakıyorum diye hastanede doktorlar yanıma oturmazdı.”
Enfeksiyon hastalıkları uzmanı ve klinik mikrobiyoloji uzmanı Dr.Dilek Mamçu, 15 yıldır HIV/AIDS vakaları üzerinde çalışıyor. Babası doktor olmasına rağmen, uzmanlığını enfeksiyon hastalıkları konusunda yapmasına tepki gösterir ailesi… HIC 4’lilerin en büyük sorunlarından biri olan, doktorların ayrımcı yaklaşımı ve cerrahi müdahalede bulunmak istememesi, halen PYD’de danışman olarak çalışan Dr.Mamçu’nun da tepkisini çekiyor.
“Benim enfeksiyon uzmanlığımı yaptığım dönemde, Sağlık Bakanlığı HIV için pilot hastane olarak Haseki’yi seçmişti. Ben de bu dönemde ayrımcılığı gördüm. Belki de insanlara yardım etmeyi sevdiğim için en çok HIV’i takip eden doktorlardan biriydim. Ben HIV’li hastalığa bakıyorum diye yanımdaki boş sandalyeye oturmazdı doktor. Ailem bile endişeyle karşıladı. Daha sonra bunları aştık. Bana en önemli derslerimden birini o yılarda bir İrlandalı doktor verdi. Biz o zaman hastalarla çok temas etmiyor, gerçekten ayrımcı davranıyorduk, maskeler takılı, eldivenlerle muayene ediyorduk. O İrlanda’lı doktor bir gün geldi ve önlük bile giymeden içeri girdi, hastaya sarıldı öptü. Bize de “Siz kendinizden utanın, hastayı korkutmaya moralini bozmaya utanmıyor musunuz? Ne biçim doktorsunuz!” dedi. Ben burada asla tedavi vermiyorum, sadece danışmanım. Bu projenin da amacı bu zaten HIV pozitiflerin ailelerini ve kendilerini bilinçlendirmek. HIV virüsünü tanıtıyorum. Çünkü bulaşıcı hastalıkların korkuları sanıldığından çok daha büyük. Hastalık hakkında ne kadar bilgi varsa, o kadar az korkuyorsunuz. Öğrendikten sonra asla HIV pozitifli bir insanın elini sıkarken düşünmeyeceksiniz ve onlar için üzülmeyeceksiniz. İnsanlara bu konuda korkutucu mesajlar vermeyeceksiniz. Deşifre etmeyeceksiniz. Bilinçlenme bu kadar yaygın olsa, korku azalır. Medyanın yapması gerekenler var. AIDS’i ölümle eşleştirmesinler, ayrımcılığa mahkum etmesinler!”
“Bizim gibi derneklerin varlığından habersiz bir çok HIV pozitif insan var. Bizim asıl istediğimiz onlara ulaşmak. Onların psikolojik destek almaları o kadar önemli ki. Buraya ağlayarak gelenlerin gülerek çıkmaları bizim için çok önemli. Benim rüyam, ben hepatit B taşıyorum der gibi HIV taşıyorum diyebilmeleri. Onların da deşifre edilmeden, korkmadan utanmadan bunu yaşamaya ihtiyaçları var. maddi durumu olmayan birçok HIV vakası var. Bunlar için bir şey yapılabilir. Tedaviye ve tanıya erişemeyen bir çok hastamız var onların bu bakımdan belki maliyetlerini karşılayabilirler. Yine bugün gelen bir vaka, “Geçimim için atkı, bere örüyorum ama hiçbir yerde satamıyorum. Cebimde 20 milyon liram var ve açım. Ama iyi ki bu dernek var gelip en azından sizinle paylaşıyorum.” dedi. Aileleri tarafından, sevgilisi tarafından reddedilmiş insanlar var. Öyle kabul edersiniz ya da böyle kabul edersiniz ama kimseyi eşcinsel olduğu için yargılayamazsınız. Bu kadar programa reklam veriliyor bu hastalık da bir şekilde bilgilendirme amacıyla geçemez mi? Bir televizyon dizisinde bir HIV + karaktere yer verilemez mi?
Ameliyat edilmeme konusuna gelince, bu dünyada da sıkça gündeme geliyor. Doktorlar HIV’den para kazanılmadığı için çok fazla ilgilenmek istemiyor. Ama ben böyle insanların doktor olmalarını istemiyorum. Herkesin en büyük korkusu bu: başıma bir şey geldi ben ameliyat edilmem! Kimse size HIV taşıdığını söylemek zorunda değil ama zaten ameliyat edilirken HIV virüsü bakılıyor. HIV +’ler tabii ki ameliyat edilmeli. Bunun yöntemleri var. Daha dikkatli, daha az kanlı yöntemler seçiliyor, kalın eldivenler giyiliyor. Mesela çelik telleri olan, virüssüz madde emdirilmiş bir metod kullanılıyor. Ama doktorlar da şunu bilmeli, ben eğer HIV virüsünü alırsa da, bunun 48 saat içersinde tedavisine başlanırsa, bir şey olmaz. Doktorluğu, cerrahlığı seçerken bunları bilmek zorunda.”
“Botswana’da çocuklarıma HIV +’li kişiler bakıyordu.”
Bugün 16 Afrika ülkesinde erişkin nüfusun ’undan fazlası HIV+. Güney Afrika’da her hafta 12 bin yeni vaka oluşuyor, Afrika’daki vakaların yüzde 80’i kadın. Birkaç yıl öncesine dek “Bir nesil yok oluyor” çağrılarıyla birlikte AIDS ile kavrulan Afrika kıtasında özellikle Botswana ve Zimbabwe’deki durum gerçekten çok kötüydü. O dönem evli olduğu İngiliz diplomat eşinin görevi dolayısıyla 6,5 sene Botswana’da yaşayan ve AIDS’le mücadele programının yöneticilerinden olan Dr.Ayçe Birerçin Riley ile Botswana’yı konuştuk.
* Botswana nasıl bir yer?
– Botswana’nın nüfusu 1.7 milyon. Hayat çok rahat, güzel bir ülke. Pırlanta ve büyük baş hayvancılık olduğu için zenginler, eğitimleri de iyi. Okuryazar seviyesi yüksek, temel sağlık sistemi düzenli kurulmuş. Tek problemleri AIDS! Bu salgın 10 yıldır olduğu için Botswana’nın her yerine ulaşmış. Salgın çoğunlukla kara yolundan, genelde kamyon şoförleri komşu ülkelerden gelirken seks yoluyla birbirlerine alıp veriyorlar. Hastalık önce karayolunun geçtiği yerlerde başlamış, sonra her yere yayılmış. Biz gittiğimizde 1.7 milyon kişinin 300 bininin enfeksiyona tutulduğu tahmin ediliyordu. Yani üretken yaş dediğimiz 15-49 yaş grubu için, AIDS taşıma oranı yüzde 38.8’di. Ben de orada bir klinikte çalışmaya başladım.
* Devletin AIDS programı nasıldı?
– O dönem tedaviye hemen ihtiyacı olan 300 bin kişi vardı. Devletin bu konuyla ilgili bir programı yoktu. Ben de orada bu konuyla ilgilenmeye başladım. Kurslar verildi, sertifika aldım. 2001 yılında Bill Gates Vakfı ve MerckScharpDome ilaç şirketi Botswana’ya 50’şer milyon dolar bağış yaptılar. Çünkü devlet başkanı “Biz artık kırılıyoruz. Soyumuz tükeniyor, bir şey yapmamız lazım” diye bir çağrı yapmıştı Ben de bu ACHAP adı verilen organizasyonda çalışmaya başladım. Ekipte iki doktorduk. Ben eğitim konusuna yöneldim. ABD’den, İngiltere’den, Avrupa’dan uzman doktor ve hemşireler getirdik. Onlara programımızı anlattık, ne öğretmeleri gerektiğini belirttik ve çeşitli hastanelere yerleştirdik. Üç yıl gibi kısa bir sürede 32 hastane ve onlara bağlı dörder tane klinikte eğitim verdik. Bütün hastaneler HIV/AIDS tedavisi verir duruma geldi. 50 bin kişi 3 yılda tedaviye alındı.
* Büyük bir başarı…
– Evet, bu program çok önemliydi. Çünkü Afrika’da tedavi olmaz çünkü ilaçları tam saatinde, düzenli almak, iyi beslenmek gerekiyor. Devamlı kan tahlilleri var.” gibi bir düşünce hakimdi. Biz tam da iyi bir programla mümkün olabileceğini ispat ettik. Botswana zamanla AIDS’le ilgilenen kişilerin merkezi haline geldi. Ardından Afrika’nın diğer ülkelerinde, Etopya, Uganda, Namibya’da ve Haiti’de örnek programlar başladı.
– Botswana’da HIV/AIDS’e yönelik bir önyargı var mıydı?
– İnsanlar başta hastalıklarını saklıyordu. Orada erişkinlerin 3’te biri enfeksiyon taşıyordu. Ama çok fazla sayıda ölüm oluyordu. Bir enfeksiyon görünüyor ama ishal, tüberküloz gibi çeşitli isimler takmışlar aralarında. AIDS diye bir özel bir ölüm şekli olmadığı yoktu onlar için. Tedavi başlayınca, devletin ücretsiz test yaptığı merkezlerde test yaptırmaya başladılar ve kişisel sorumluluk almaya başladılar.
– Peki ya Türkiye’de?
– Türkiye’de AIDS’liyi yüzde yüz bir reddetme var, hastalığı bilmiyorlar. Zannediyorlar ki öpüşmeyle de hapşırmayla da geçer. Bunların hepsi tevatür… Ben Botswana’da altı buçuk yıl yaşadım. AIDS enfeksiyonu taşıyan yardımcılarım oldu. Evin içinde çocuklarımın odasında kalıyorlardı. Ben tüberkülozdan korkuyordum ama AIDS’ten korkum yoktu. Çünkü AIDS diğer kronik enfeksiyon hastalıkları gibi bir hastalık, hepatit B’den, kanserden hiçbir farkı yok AIDS’in tedavisi zor ama mümkün. İlaçlarla son derece kaliteli bir hayat mümkün. Türkiye’de durum farklı. Türkiye de sayılar az. Ama Türkiye’nin etrafındaki bütün ülkelerde hastalık oranı artıyor. Seksin olduğu yerde risk de var. Onun için yapmamız gereken bilinci arttırmak. 1980’lerde ABD’de bizimkine benzer bir dışlama vardı. Ama sonra bilinçlenince durum değişti. Şimdi sarılık nasıl bir hastalıksa AIDS’te öyle bir hastalık!
HIV/ AIDS HAKKINDA SORU-CEVAPLAR
Pozitif Yaşam Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve 15 senedir HIV / AIDS alanında çalışan Dr.Nazan Kuzgunkaya HIV virüsüyle ilgili sorularımıza yanıt veriyor:
* İnsanlar HIV virüsüyle ilgili olarak ne hissedince endişelenmeli?
– Bulaşmaya ilişkin bir riskli davranışın olması önemli. Mesela korunmasız bir cinsel ilişki bir risktir.
* Virüs alınır alınmaz hemen hissedilir mi?
– İnsanlar korunmasız olarak ilişkiye girdiğinde ya da kan temasıyla virüsü aldığında, çoğu zaman hiçbir şey hissetmiyor. İlk virüsü aldığınızda, günlük yaşamda bazen burnunuz akar, biraz ateşiniz çıkar, üşüttüm dersiniz. Virüs ilk alındığında, buna benzer bir dönem olur ama bunu kimse HIV’e yormaz. Daha sonra bu virüs çok uzun yıllar vücutta bir savaş verir. Virüsle bağışıklık sistemi arasında yıllar süren ve bir süre dengede giden bir savaş olur. Ta ki denge bozulduğunda, vücut direnciniz düştüğünde, çok sıradan olabilecek hastalıklar bu kişiler için çok ciddi problemlere neden olabilir. Tüberküloza yakalanabilir ya da basit bir grip zatürreye çevirebilir. Mide bağırsak sistemiyle ilgili ciddi enfeksiyonlar olabiliyor. Vücudun enfeksiyonlarla savaşacak gücü kalmamış olur. Çünkü virüs akıllıca yıllar içinde vücudun, bağışıklık sisteminin bütün kalelerini feth eder.
* HIV virüsü taşıyan biriyle birlikte olduk, bu virüsü kapmamış olma ihtimali var mı?
– Çok! Tek bir cinsel ilişkide bulaşma riski binde iki. Ama bu istatistiksel bir ortalama. Ama ilk cinsel ilişkisinde virüs almış insanlar da var. Aslında bulaşma riski yüzde elli! Ya bulaşır ya bulaşmaz.
* Artık günümüzde AIDS’den ölünmeyebiliyor mu?
– Evet. Dünyada, Dünya Sağlık Örgütü ve BM AIDS örgütünün her yıl yayınladığı rakamlara bakınca, AIDS ölümlerinin genelde Afrika, Güneydoğu Asya gibi tedaviye ulaşamayan insanların olduğu bölgelerde olduğunu görülüyor. Bu hastalıktan şu anda tedavi gören insanların çok büyük bir kısmı tedavide bir aksama, bir direnç olmadığı sürece sağlıklı uzun sağlıklı yaşama şansına kavuştular.
* HIV +’in tedavisinde o insanın psikolojik durumunun etkisi nedir?
– HIV tedavisinde ilaç alınır, iyi beslenilir, spor yapılır yani bünyeye iyi bakılır. Ama asıl problem, onları asıl “öldüren” var olan o psikolojik ve sosyal baskı. En sevdikleriyle, anne, babalarıyla paylaşamamak, gözlerine bakıp yalan söylemek, doktora gideceğim diyememek.
* HIV +’liler tedavilerinde ne gibi güçlüklerle karşılaşıyorlar?
– Hekimler, hasta hekim ilişkileri konusunda çok bilgili değiller. Kimi hekimler yanlış davranışlarda bulunabiliyorlar. Gizlilik hakları kesinlikle ihlal ediliyor. Hastanelerdeki gerekli gereksiz tüm raporlarda tanı yazıyor. Sıklıkla ameliyat edilmek istenmiyorlar.
* HIV virüsü tedavisi, virüsün yayılmasını da etkiler mi?
– Evet, azaltır. Çünkü kanda dolaşan, cinsel sıvıda var olan virüsün miktarı sayılamaz düzeye iner, bu da bulaştırıcılığı azaltır.
* HIV + bir annenin HIV 4 olmayan bir çocuk doğurma olasılığı nedir?
– Eğer anne tedavi görmüyorsa, çocuğun HIV + doğma oranı yüzde 35. Eğer anne tedavi altıdaysa, bu oran binde 5’ler civarında. Ayrıca sperm yıkama yöntemleriyle HIV + çiftlerin virüs taşımayan çocuk sahibi olmaları da mümkün.
AIDS virüsü nedir?
İlk kez 1981’de Haitili göçmen eşcinsel erkeklerde nadir görülen bağışıklık sistemi bozuklukları oluşturan bir hastalık varlığı rapor edildi. 1982’de hastalığa “Acquired İmmunodefiency Syndrome” (Kazanılmış bağışıklık yetmezliği sendromu ) (AIDS) adı verildi. Aynı yıl, kan nakli, anneden çocuğa ve cinsel ilişkiden oluşan üç bulaşma yolu tanımlandı. 1984’te ABD’de ilaç ve gıda dairesi (FDA) ilk HIV antikor testini kabul etti ve bağışlanan kanlara HIV taraması başlatıldı.
1985 itibariyle dünyanın her bölgesinden AIDS vakaları bildirilmeye başlandı. 1987’de AIDS’le ilgili sivil toplum örgütleri kurulmaya başlandı. Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Miletler özel bir program başlattı. ABD’de ilk AIDS ilacı kullanım izni aldı. Glasnost ve SSCB’nin yıkılmasıyla Doğu Avrupa ülkelerinde uyuşturucu kullanımı arttı ve 1995’te damar içi uyuşturucu kullananlar arasında bir HIV patlaması tespit edildi. 1996’da dünyada bir hastalığa karşı geliştirilmiş en kapsamlı dayanışma örgütü olan UNAIDS kuruldu. 1996’da dünyada 21.8 milyon kişi HIV / AIDS iken, 2005’te bu rakam 40.3 milyona ulaştı. 2002’de BM Güvenlik konseyi ilk kez HIV/AIDS ‘i görüşmek üzere toplandı. AIDS’e karşı dünya çapında kampanyalar başladı.
Türkiye’de AIDS
Aralık 2005’teki Sağlık Bankalığı verilerine göre, Türkiye’de şu an 2254 HIV / AIDS bulgusu yaşayan hasta var. Bu rakam 1999’da 983 idi. 2254 vakanın 1666’sı taşıyıcı, 588’i AIDS. 2005’te bu oran yüzde 31 oldu. Kadınların bu virüsü alma oranı hızla artıyor. Ayrıca bu hastalık eşcinsel ya da marjinal insanların hastalığı gibi bilinse de, Türkiye’deki vakaların yüzde 52,4’ü heteroseksüel ilişki yoluyla geçmiş. Türkiye’de en fazla AIDS’li İstanbul’da. Adıyaman, Batman, Mersin, Hakkari, Erzincan, Kars ve Siirt’ten daha bildirim yapılmadı. Türkiye’de kayıt sistemi net olmadığı için tam rakam bilinemiyor.
Halen dünyada yaklaşık 40 milyon kişi virüsle yaşıyor. 1981 yılından beri 30.9 milyon kişi hayatını kaybetti. Sadece 2005 yılında 5 milyon yeni vaka bildirildi. Günde 14 bin, dakikada 10 yeni vaka ekleniyor. Hastalığın ilk görülme yaşı 20 ‘den 15 ’e indi.
2010 yılında 110 milyon kişinin enfekte olacağı tahmin ediliyor. 2020 yılında HIV/AIDS’den ölenlerin sayısının 68 milyon’a ulaşacağı tahmin ediliyor.
HIV + konuşarak geçmez!
HIV + aynı ofiste çalışarak geçmez!
HIV + dans ederken, beraber yemek yerken, gülerken geçmez!
HIV + dertleşirken, yardımlaşırken geçmez!
HIV + korunmasız cinsel ilişkiyle geçer!
HIV + kan temasıyla geçer!
18/04/2007 – Birgün gazetesi
AIDS’liler afişe olmak istemiyor
AİDS’le yaşayanlar kapısını çalacakları, kendilerini çaresiz hissetmeyecekleri bir yer arıyor. Hastaların bu derdine çare olacağı belirtilen Pozitif Yaşam Derneği HIV ve AİDS’e yönelik ayrımcılık ve damgalamaya karşı mücadele başlattı. Dernek Başkanı Nejat Ünlü, amaçlarının, HIV / AİDS ile yaşayan kişiler arasında bir iletişim ağı kurarak tedaviye erişimlerini kolaylaştırmak, yaşam kalitelerini artırıcı bilgilendirme çalışmaları yapmak, kendilerinin ve yakınlarının fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan güçlenmelerini sağlamak, yaşadıkları hak mahrumiyetlerinde savunuculuk görevlerini yerine getirmek, HIV/AIDS konusunda tüm toplumun bilinçlendirerek gereken önleme ve savaşım çalışmalarını yapmak olduğunu belirtti.
30 yaşında HIV + tanısı alıyor. Eski kocasından almış virüsü, “bu beni daha mağdur kılmaz. Seks işçisi olsam ne farkederdi” diyor. Tedaviyle AIDS’in son basamağından HIV+ aşamasına geriliyor. Pozitif Yaşam Derneği’nde HIV+ kişiler için çalışıyor.
BİA Haber Merkezi – 08/05/2007 / Nilüfer ZENGİN
BİA (İstanbul) – Anlaştığımız gibi, Firuzağa kahvenin önünde buluştuk. “Mavi bir bluzum var, kolumda da kahverengi ceketim” demişti. Önyargılarımdan arınmış olduğuma inancım sonsuzdu ki, kendimi “ne kadar da sağlıklı görünüyor, ne güzel” diye düşünürken yakaladım.
33 yaşında genç bir kadın, yetişkin bir çocuğu var. Çocuğu henüz bilmiyor. 30 yaşındayken, 2004’te, sağlık sorunları yaşamaya başlıyor. Hızla kilo veriyor önce, iştahsızlık, halsizlik, sürekli uyku hali eşlik ediyor kilo kaybına.
Tam 1,5 yıl acılar içinde, yataktan bir an olsun doğrulamayarak, nefes alamayarak, sonuç vermeyen tedaviler, yanlış teşhislerle geçiyor.
“Sakın saçma sapan bir şey yapma”
Babasının dahiliye servis şefi olduğu bir hastaneye yatırılıyor. Birkaç gün ağır antibiyotik tedavisi gördükten sonra. “bana çok iyi danışmanlık verdi” dediği doktoru “‘HIV’ testiniz pozitif” diyor.
Pozitif olan bir şey sevindiriyor onu. “Peki nedir o?”diye sorduğunda “AIDS” yanıtını alıyor. İşte bu sözcüğü duyunca “İçimde çok büyük bir sessizlik oldu, dünya hızla geri çekildi” diyor.
“Dünyanın sonu değil, tedavi olacak, iyileşeceksin, saçma sapan bir şey yapma sakın” diyor doktoru.
“Sakın saçma sapan bir şey yapma” cümlesi sürekli zihninde tekrarlanıyor ” saçma sapan bir şey” yapmıyor hakikaten de.
“Hayalle gerçek birbirine karışıyor”
“Hayalle gerçeklik birbirine karışıyor. Tanıyı alma anı böyle bir an. Gerçeği kabul etmek, reddetmek, o anın gerçekliğini reddetmek, anın gerçekliği altında kalmak. Hepsi bir arada.”
“Kendine yabancılaşmayı aşmak zor ama imkansız değil”
“İlk zamanlar eski fotoğraflarıma bakıp ‘fotoğraflardaki ben değilmiş’ gibi hissediyordum. Sanki o ben ile bu ben farklıyız gibi hissediyordum. İşte bu yarılmayı ve yabancılaşma hissini aşmak en zoru olanaksız değil.”
İnsan kendine sormaktan gerçekten alamıyor. Peki nasıl aldı virüsü? Soruyu olgun karşılıyor, alışık belli ki… Eski kocasından. Ayrıldıktan 7 yıl sonra tanı konmuş.
Ama diyor,”eski eşimden virüsü almam beni daha mağdur kılmamalı, travesti de transseksüel de olabilirdim, seks işçisi de olabilirdim. Bu virüsün nasıl alındığı önemli değil” diyor.
Belki söyleşinin en önemli cümlesini kuruyor: “Önemli olan HIV pozitif olunduğu için suçlu hissetmemek, suçlu görülmemek.”
Tedaviyle hastalığın son aşaması olan AIDS basamağından ilk aşaması olan HIV pozitif aşamasına döndürülüyor durumu. İş başvurularında bulunduğu yere açıkça söylüyor HIV pozitif olduğunu, işe alınıyor. “Kendinize güvendiğinizde, hayat da başka türlü akmaya başlıyor” diyor.
Daha sonra başka bir nedenle kendisi ayrılıyor işten, sivil toplumcu olarak çalışmaya başlıyor. Pozitif Yaşam Derneği ‘nin kurucularından.
“Avukat müvekkiliyle birlikte hapse girmez, doktor hastasıyla aynı hastalığı taşımaz. Ama ben onların yaşadıklarını ve yaşayacaklarını çok iyi bilerek onlarlayım” diyor.
Dernek HIV/AIDS ile yaşayan kişiler arasında iletişim kurmak, tedaviye erişimlerini kolaylaştırmak, kendilerinin ve yakınlarının fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan güçlü kılmayı amaçlıyor. (NZ/AÖ)
‘Doktor AIDS’sin deyince ölmek istedim’
Bundan 4 yıl önce HIV taşıyıcısı olduğunu öğrenen, ancak AIDS olmadığı halde AIDS olduğunu sanıp eve kapanan ve defalarca intihar girişiminde bulunan A.K. yaşama dönüş hikayesini anlattı.
TÜLAY SAĞLAM / NTV-MSNBC – Güncelleme: 16:50 TSİ 10 Mayıs 2007 Perşembe
İSTANBUL – Pozitif Yaşam Derneği, bir proje kapsamında HIV virüsü taşıyan, ancak AIDS hastası olmayan kişileri basın mensuplarıyla bir araya getirdi. Projenin amacı HIV pozitif olan birinin neler hissedebileceğini anlamak, kamuoyunda HIV ve AIDS ile ilgili önyargılara dikkat çekmekti. NTVMSNBC, bu proje kapsamında HIV pozitif olan A.K.’yla tanıştı. A.K. virüsü taşıdığını öğrendiği 4 yıl öncesinden bugüne kadar yaşadıklarını anlattı.
20 yaşımdayken bir kıza aşık oldum ve nişanlandım. Sonra askere gittim fakat nişanlımın başka biriyle evlendirildiğini duydum. Bu benim için tam bir yıkım oldu. Her şey bu olayla değişti. Bir anda başıboş, düzensiz ve kontrolsüzce yaşamaya başladım” diyen A.K, o günden sonra kadınlarla intikam için beraber olduğunu söyledi:
’SAYISIZ KADINLA BERABER OLDUM’
“İntikam duygusuyla karşıma çıkan her kadınla birlikte oldum. Dengesiz, kısa süreli ilişkiler kurdum. Burada arkadaş çevresi de önemli, çünkü bu yaşam tarzında arkadaşlarımın etkisi çok büyük oldu. Korunmasız ve kontrolsüz bir cinsel hayatım vardı, çok sayıda yerli ve yabancı kadınla birlikte oldum. O zaman bazı hastalıkların ve enfeksiyonların cinsel yolla bulaştığını aslında biliyordum ama bana rastlamaz diye düşünüyordum.”
’HER GÜN ALKOL VE KOKAİN KULLANIYORDUM’
Peş peşe yaşadıklarının alkol ve uyuşturucuya başlamasında etkili olduğunu belirten A.K. bağımlılık tedavisi gördü ama sonuç alamadı. “Kişiliğime ters düşen hareketler yapmaya başladım, vurup kırıyor, çevreme zarar veriyordum. Her gün kokain ve alkol alıyordum. Ailemin zoruyla 4 ay tedavi gördüm ama bağımlılıklarımdan kurtulamadım. Çünkü onlar benim tek dostumdu, içinde bulunduğum duruma ve acılarıma ancak alkol ve uyuşturucu sayesinde katlanabileceğimi düşünüyordum.”
’DOKTOR MAALESEF AIDS’SİNİZ DEYİNCE…’
A.K’nin ‘kontrol dışı’ diye tanımladığı yaşamı 39 yaşında bir anda başlayan ve uzun süre geçmeyen halsizlik şikayetiyle doktora gittiği güne kadar devam etti. “Çeşitli tahliller yapıldı ama aklıma kötü bir şey gelmiyordu. Sonuçları almak için gittiğimde elime bir kağıt verdiler. Üzerine HIV pozitif yazıyordu bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum, doktoru aradım. Doktor telefonda, ‘Ne o yoksa AIDS mi oldum’ diye sordum ama o ana kadar bu testi ciddiye almamıştım. Doktor, ‘Maalesef’ deyince, olduğum yere yığıldım.”
’HASTALIĞIMI DUYANLAR BENDEN UZAKLAŞTI’
“AIDS’i tedavisi olmayan, insanı kısa sürede bir deri bir kemik bırakıp sonra da öldüren bir hastalık olarak biliyordum. Gerçeği kimselerle paylaşamadım. Ailemden sadece ağabeyim biliyordu. O kadar umutsuzdum ki tedaviyi reddedip eve kapandım. Her geçen gün biraz daha yalnızlaşarak 4 yılımı evde geçirdim. Hastalığımı duyanlar oldu ve benden uzaklaşmaya başladılar. Dostlarım aramaz oldu, işimden çıktım. Maddi ihtiyaçlarımı ağabeyim karşılıyordu, çünkü ailem yurt dışında yaşadığımı sanıyordu.”
Evdeki tecrit hayatının alkol ve sigaraya olan bağımlılığım daha çok arttırdığını
söyleyen A.K. bir kaç kez intihar girişiminde bulunmuş. “Çünkü çok yakında öleceğime inanıyordum. Birkaç kez silahımı ağzıma dayadım, oradan çekip şakağıma yaklaştırdım ama bir türlü tetiğe basamadım. Baktım yapamayacağım yavaş yavaş intihar etmeye karar verdim. Yemek yemediğim için 93 kilodan 64 kiloya düştüm. Bütün gün yaptığım tek şey içki ve sigara içerek televizyon izlemekti. Dışarı çıkmaya utanıyor, mimlenmekten korkuyordum. O günlerde bir de kaşınma sorunum oldu, vücudumun her yeri sürekli kaşınıyordu. Bir gün televizyonda eşini AIDS’ten kaybeden kadının konuşmasını izledim. Kadın eşinin son günlerinde sürekli kaşındığını ve kaşına kaşına öldüğünü söyledi. Bendeki panik ve korkuyu düşünün artık…”
Her HIV pozitif, AIDS demek değil
“O sırada programa Pozitif Yaşam Derneği’nden bir yetkili katıldı. Dernek yetkilisi HIV ve AIDS hakkındaki yanlış inanışlara ve bilgisizliğe dikkat çekti ve derneğin telefonunun verdi. İlk işim derneğe gitmek oldu. Derneğin Doktoru Dilek Mamcu tahlillerime baktı ve ‘Sen henüz AIDS değilsin, HIV pozitifsin. İyi bakılır ve ilaçlarını düzenli kullanırsan, uzun süre ve normal bir insan gibi yaşayabilirsin. Yani HIV Pozitif olmak mutlaka AIDS olmak anlamına gelmiyor, yeter ki ilaçlarını düzenli kullan’ dedi.”
’ŞİMDİ BEŞİNCİ HAYATIMI YAŞIYORUM’
Daha önce çeşitli kazalar nedeniyle dört kez ölümle burun buruna gelen A.K., Pozitif Yaşam Derneği’nden aldığı bu haberi, ‘Beşinci Hayatım’ diye nitelendiriyor. “HIV ilaçları çok pahalı. Allah’tan ki SSK ödüyor. İlaçlarımı kullanmaya, alkolü yavaş yavaş azaltmaya başladım ve iki üç ay içinde kendime geldim. Kilo aldım, daha dik durmaya başladım ve yaşama sarılmaya karar verdim. Virüs ve hastalık arasındaki farkı öğrenmeseydim belki de şu anda her şey bitmişti. Bu dernek bana beşinci hayatımı verdi.”
’BİR SEVGİLİM VAR, HIV POZİTİF DEĞİL’
Her şeye yeniden başlayan A.K’nin bugünlerde ayrı bir heyecanı daha var. “Yeni bir iş kurdum, bir çay bahçesi açtım. En önemlisi de yeniden aşık oldum. O, HIV pozitif değil, tanıştığımız ilk gün ona HIV pozitif olduğumu söyledim, kabul etti ve onunla yeni bir başlangıç yaptım. Tabi önceden cinsel ilişkide korunmaya tamamen karşı olmama rağmen artık korunuyorum. Korunmasız cinsel ilişkinin hem kendim hem de karşımdaki insan için nasıl sonuçlar doğuracağının bilincine ulaştım. Doktorum, önümüzdeki yıllarda çocuk bile yapabileceğimizi söyledi. O kötü günlerden sonra duyduğumu bu haber mucize gibi geldi.”
’ZEVK ALAMIYORUM DİYORSANIZ BEDELİNİ ÖDERSİNİZ’
HIV ve AIDS konusundaki bilinç düzeyinin düşük olduğunu söyleyen A.K.’nin son mesajı ise şöyle oluyor: “Toplum HIV’nin nasıl bulaştığı bilmiyor, insanları dışlıyor. Bu konuda çok kesin bir önyargı var, HIV’nin sadece belli yaşam tarzı olan kişilerde görüldüğünü sanıyorlar. Öncelikle bu virüs ve hastalık hakkında toplumun bilgilenmesi ve bilinç düzeyinin artması lazım. Ayrıca herkes altı ayda bir HIV testinden geçmeli. Çünkü HIV pozitif olup da tedavi görmeyen insanlar var. Cinsellikte ise korunma şart. Eğer korunduğum zaman zevk almıyorum diyorsanız, benim gibi bedelini ödersiniz.”
Hikâyesini okuyacağınız Cenk’in gazeteye haber olmasının nedeni bir nevi artık HIV pozitiflilerin yer altından çıkması denebilir. Kendisinin de çalıştığı ve HIV pozitiflilere hukuk ve sağlık alanlarında yardımcı olan Pozitif Yaşam Derneği bir proje kapsamında gazetecilerle HIV pozitiflileri bir araya getiriyor. Amaç, toplumun gözünde hâlâ ‘mazbut olmayan’, ‘ahlak dışı’ yaşayanların yakasına yapıştığı düşünülen AIDS/HIV taşıyıcılarına yönelik önyargıları kırabilmek.
Proje kapsamında biz de iki HIV taşıyıcısıyla zaman geçirdik ve hikâyelerini dinledik. Çoğunlukla eşcinsellere mal edilen hastalık virüsünü taşıyanların yelpazedeki genişliği dikkat çekiciydi; ev hanımı, polis memuru, çocuk, doktor, sağlık çalışanı vs…
Cenk bir eşcinsel. Hastalık virüsünü alana kadar korunmasız cinsel ilişkilere girmiş. İlk belirtileri görünce bunun HIV olduğunu anlamış. HIV vücuda girdikten kısa bir süre sonra akut belirtiler verir. Yüksek ateş, lenflerde şişme, halsizlik bu belirtilerden. Bir süre devam eden bu sorunlar ardından kaybolur ve uzun yıllar belirti vermeyebilir virüs. Cenk’te de aynı şey oldu ve belirtiler ortaya çıktı. Korunmasız ilişkiye girdiği için bu belirtilerin HIV’in habercisi olabileceğini biliyordu. Yaptırdığı testler onu haklı çıkardı.
‘Ölmeyi düşündüm’
Özel hastanede yaptığı testin sonucu doktor tarafından hastane koridorunda ayaküstü anlatıldı. O günü unutamıyor: “HIV eşittir ölüm diye düşünüyordum. Doktor koridorda tanıyı söyledikten sonra ağlayarak hastaneden çıktım. Ölmeyi düşündüm, ama bunu yapmadım.”
Cenk, birkaç aylık bocalama evresinden sonra farklılığının sadece vücuduna giren virüs olduğunu anladı. Kendini ‘öteki’ olarak görmekten vazgeçti. Toplumda ciddi bir ayrımcılığa maruz kalmadığı için şanslıydı ama sağlık kuruluşlarında zorluklarla karşılaşmıştı. “Çünkü” diyor, “işyerlerinde korkunç şeyler yaşanıyor. Lavaboya gidince çantası karıştırılıp raporları incelenen, kullandığı ilaçlara bakılan ve deşifre edilen, devlet memuru olduğu için ilaçlarını alamayanlar var. Çünkü reçetesine ilaçlar yazılırsa HIV pozitif olduğu öğrenilecek. Bu da işini kaybetmesine neden olacak.”
‘HIV sevgiyi yenemez’
İki yıldır Pozitif Yaşam Derneği’nde çalışan ve işe yaradığına inanan Cenk mutlu. 10 aylık bir beraberliği var: “Partnerime taşıyıcı olduğumu onunla yakınlaşmadan açıkladım. HIV’in sevgiyi yenemediğini gördüm. Korunduğunuz sürece HIV pozitifle tanışmazsınız. Aynı tuvaleti kullanmak, aynı işyerinde çalışmakla virüs bulaşmaz. Ben kendimi öteki olarak hissetmiyorum. Ama yıllardır bu nedenle kendini duvarların içine hapseden, bununla barışmayan arkadaşlar var.”
Günlerdir devam eden diş tedavisi sırasında doktoru diş etlerinde bir enfeksiyon olduğunu söylüyor. Akşam eve gittiğinde enfeksiyonun nedenini araştırmak için internetin karşısına geçiyor. Açtığı her sayfada sadece bir tek kelime tekrar edip duruyor: HIV/AIDS. Bütün kaynaklar, dişlerindeki sorunun yaygın olarak HIV pozitif (+) hastalarda görüldüğünü yazıyor. Ertesi gün gidip bir test yaptırıyor. Sonuç pozitif. Hemen bir test daha yaptırıyor. Sonra bir tane daha. Sonuç değişmiyor. MC Türkiye’deki kayıtlı 2544 HIV pozitif hastadan biri olduğunu zor da olsa kabul ediyor.
Ancak MC’nin sıkıntısı bu hastalığı kabul etmekle sınırlı kalmıyor. Asıl sıkıntılar bundan sonra başlıyor. Tüm HIV pozitifli hastalar gibi onun da en büyük korkusu bir gün Sağlık Bakanlığı tarafından tedavide kullanılan ilaçların geri ödeme listesinden çıkarılma riski. Sağlık Bakanlığı’nın gündeminde böyle bir madde olmamasına rağmen ilaçların pahalı olması nedeniyle yine onlar “ya çıkarsa” korkusu yaşıyorlar. Çünkü hayatın her aşamasında görünmez oldukları için Sağlık Bakanlığı’nın da gözünden kaçma endişesi yaşıyorlar.
Adını şimdilik gizli tutuyor
MC hastalığını öğrenir öğrenmez tedavi için hastaneye başvuruyor. Vücudunda yapılan ilk sayımda 41 bin 700 virüs bulunuyor. Erken teşhisin getirdiği avantajla hemen yeni bir beslenme programı oluşturuluyor ve ilaçsız tedaviye başlanıyor. MC’nin HIV pozitif olduğunu doktordan öğrenip, katıla katıla ağlamasının üstünden tam bir yıl geçmiş durumda. Şimdi ise keyfi gayet yerinde “Her anlamda pozitifim” diyor.
Adını şimdilik gizliyor ama “Günü geldiğinde her yerde konuşur, televizyona bile çıkarım. Türkiye şimdi buna hazır değil” diyor MC. Gerekçesi ortada: Herkesin “AIDS” diye parmakla gösterdiği, dokunmaktan, konuşmaktan kaçındığı bir insan olmak istemiyor. “Bilinçli bir aileniz yoksa hastalığı açıklayamazsınız. Çoğumuz en yakındaki arkadaşlarına bile söyleyemiyor. Bir tek kardeşim, dostum ve sevgilime söyleyebildim” diye anlatıyor kendi deneyimini. Oysa MC’nin deyişiyle HIV kapabilmek için şanslı olmak gerekiyor. 6 yıllık sevgilisine HIV bulaşmamış olması da bunun göstergesi. MC’nin “Korunmasız cinsel ilişki, kan transferi dışında HIV bulaşmaz. Sigaranızı içmem, öpmem, koklamam, yanınızda dolaşmam sizin için bir tehlike içermiyor” sözleri karşılaştıkları önyargıları ve dışlanmayı da özetliyor.
AIDS ile HIV birbirinden farklı
MC’ye göre oluşan korkuların kaynağında kimsenin AIDS ve HIV pozitif arasındaki farkı bilmemesi yatıyor. Human Immunodeficieny Virus (İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü) yani HIV bağışıklık sistemini zayıflatan bir virüsün adı. HIV’in insana bulaşmasıyla vücudun savunma gücü zayıflıyor. Birey bazı mikrop ve hastalıklara sağlıklı kişilerden daha duyarlı hale geliyor. Bunun sonucunda ise birden fazla hastalık ve kanserlerin ortaya çıkması ile AIDS, (Edinsel Immün Yetmezlik Sendromu) tablosu oluşuyor.
HIV virüsünü taşıyanlar yani HIV pozitifler son 15 yıldır bu tabloya girmeden hayatlarına devam ediyorlar. Görünüşleri hiç de öyle sanıldığı gibi yanakları çökmüş, solgun, zayıf düşmüş insanlar gibi değil. Artık ilaçlar ve beslenme programları HIV pozitiflerin bu hale gelmesine izin vermiyor. “Çok önceden teşhis konulmuş hastalar bile ilaç takviyesiyle normal hayatlarına dönebiliyorlar. Biz AIDS’li değiliz. HIV pozitifliyiz” sözleriyle MC de bu ayrıma dikkat çekiyor. MC’nin ve diğer HIV pozitiflerin altını çizmek istediği konu AIDS’in artık eskisi gibi ölüm çanları çalan bir hastalık olmadığı. Normal bir tansiyon hastası gibi ilaçlarını alarak ve beslenmelerine dikkat ederek hayatlarına devam ediyorlar. Geçen sene Dünya Sağlık Örgütü’nün AIDS’i kronik hastalıklar sınıfına alması da bunun kanıtı. Ancak girdiği bünyeye göre DNA’sını değiştirerek hızla kopyalanan bu virüse karşı savaşmak o kadar da kolay değil.
Türkiye’de piyasada 11 ilaç var
Bu bahar MC’nin HIV pozitif olarak gördüğü ilk güneşli günler. Belki gelecek bahar da ilaç kullandığı ilk günler olacak. O, bundan endişeli değil. Tıptaki gelişmeler sayesinde yeni nesil ilaçlar HIV pozitiflerin hayatını kolaylaştırıyor. Eskiden günde 8 hap alınırken artık bu rakam 4’e kadar düştü. Hatta Amerika’da piyasaya çıkan yeni ilaçtan günde sadece bir hap kullanmak yeterli. 2-3 ay içinde Avrupa’da da kullanılmaya başlanacak olan bu ilacın yakın zamanda Türkiye’ye gelmesi bekleniyor. AIDS artık ölümcül değil kronik bir hastalık olarak kabul ediliyor ve tıpta yaşanan gelişmeler bütün HIV pozitif hastalara her gün yeni bir umut veriyor. Özellikle yeni nesil ilaçlar hayatlarını iyice kolaylaştırıyor. Bugün dünyada HIV’e karşı 29 adet bağışıklık sistemini güçlendiren ilaç bulunuyor. Ancak Türkiye’de ise bu ilaçların sadece 11’i piyasada.
Pozitif Yaşam Derneği Danışmanı Dr. Leyla Dilek Mamçu bu durumun ilaca karşı direnç geliştiren hastalar için risk taşıdığını ifade ediyor. “HIV +’ların hastalık seyrine göre 11 ilaç şu an için yeterli. Türkiye’de kuvvetli ilaçlar yeni yeni kullanılmaya başlandığı için henüz direnç konusunda pek bir şey bilinmiyor. 5-6 yıl içinde bu hastalarda direnç başladığında diğer ilaçlara da ihtiyaç duyulacak” diyen Mamçu, direnç testlerinin de sadece Cerrahpaşa’da yapıldığını söylüyor. Mamçu, hastaların dirençleri hakkıanda yeterli bilgiye sahip olunmadığı için de tedavilerin körlemesine yapıldığına işaret ediyor.
İlaç fiyatları indirilebilir
AIDS ilaçları dünyanın pek çok ülkesinde devletlerin geri ödeme kapsamında. Türkiye’de de HIV + hastaların ayda 800 ile 1500 YTL arasında değişen ilaç masrafları SSK, Emekli Sandığı, Bağkur ve Yeşil Kart tarafından karşılanıyor. Ancak “Türkiye az gelişmiş bir ülke olmanın dezavantajlarını yaşıyor. Avrupa ve Amerika’da HIV+’lı hasta doğrudan devlet tarafından tedavi ediliyor. Vitaminleri bile karşılanıyor” diyen MC gibi pek çok hastanın endişesi bu ilaçların bir gün geri ödeme dışına taşınma riski. İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Osman Şadi Yenen, hastaların endişelerini haklı bulduğu gibi asıl sorunun ilaç fiyatlarında olduğuna işaret ediyor. Özellikle HIV’in yaygın olduğu ülkelerin ilaç firmalarıyla pazarlık edip fiyatları aşağıya çektiğini hatırlatan Yenen, Türkiye’nin de benzer bir politika izlemesi gerektiğini söylüyor. Ancak Dilek Mamçu’nun da belirttiği gibi fiyatlar indirilirken ilaç firmaları bazı kriterleri göz önüne alıyor. Bunun başında ülkenin gelişmişlik endeksi ve erişkin nüfustaki HIV pozitif sayısı geliyor. Bu doğrultuda Ukrayna ve Afrika ülkeleri gibi kriterlerin tuttuğu bölgelerde AIDS ilaçları kârsız satılıyor. Ancak Türkiye hem nispeten daha gelişmiş sayıldığı hem de HIV + oranı 1000’de birin altında olduğu için pazarlık şansını kaybediyor
Adını, yaşını, işini açıklamayan ve HIV virüsü taşıyan bir gençle konuştuk. Tahlil sonuçlarını aldıktan sonra hayatının akışını tümüyle değiştiren, yaşadığı travmayı o zamanki sevgilisi şimdiki eşiyle atlatan genç adam kafasını kurcalayan ‘acaba’lardan kurtulduğunda baba olmayı düşlüyor
Hayata küsmüş, evden dışarıya çıkmak istememiş, duyguları örselenmiş Ama hep bir kalp çarpıntısı onu ayağa kaldırmış. Ellerinin arasına hep sevdiğinin ellerini almış Yaşamak için bahane bulmasına gerek kalmamış. En büyük bahane hep yanında, önünde, arkasında hayatının her anında olmuş Sevdiğinin saçlarının her savruluşunda, gözlerinin her ışıltısında, güzel sesinin naifliğinde yüreğinin çarpıntısını haykırmak istemiş
Bir HIV pozitif hastasından bahsediyorum size Ne yazık ki adını vermeyeceğim, çünkü ben de bilmiyorum, yaşı, nerede çalıştığı, mesleği sevdiği kadının adı Bunların hiçbirini bilmiyorum Çünkü anlatmak istemiyor Çünkü biz toplum olarak onu ve onun gibi HIV pozitif hastalarını sır dolu bir hayata mahkum ettik. HIV virüsü taşıyanlara öcü gibi baktık, sanki hepsi hastalığın aslında son evresi olan AIDS hastasıymış gibi damga vurduk, biraz olsun paylaşmak isteyenleri afişe ettik
En büyük hak olan gizlilik hakkına nasıl saygı duyulmadığını, komşularının ihbarıyla apartmanlarından atılanları, HIV virüsü taşıdığı için eğitim hakkı elinden alınan çocuklarını okutabilmek için çırpınan anne-babaları gördük
Tüm bunlara dur demek isteyen Pozitif Yaşam Derneği, HIV virüsünün anlaşılmasını, aslında zannedildiği gibi ölümcül bir hastalık olmadığını, düzenli ilaç kullanımıyla sağlıklı ve kaliteli bir hayatın sürdürebileceğini topluma anlatmak için özel bir proje düzenledi. Medya mensuplarıyla HIV taşıyıcılarını bir araya getirdi. Hayatlarında kimseye açmadıkları sırlarını bize anlattılar; ‘sır kardeşliği’ yaşadık. Ancak baştan da söylediğim gibi bu yazıda yalan yok, sadece söylenmemiş sözler var Bu yüzden ne kod ismi, ne yer, ne de zamandan bahsedeceğim size
Üzerine titreyen annesi, sevdiği kadının yüreğini ısıtan gözleri, çok sevgili kardeşi, sayıları az da olsa can dostlarının aşkı, sevgisi, ilgisi ve dostluğuyla hayata sıkı sıkı bağlanmış
Şimdi onu hayata daha da bağlayacak bir hayali var: Bir çocuk sahibi olmak Bugün tıp, HIV virüsü taşıyanların çocuk sahibi olabilmelerine olanak tanıyan birçok teknolojik gelişmeye de tanıklık ediyor. Derneğin aydınlık ve huzurlu arka odasında buluştuğumuzda onunla hayata bağlanışını, ayakta kalışını ve içini ısıtan, biraz da korkutan baba olma hayalini konuştuk
HIV pozitif olduğunuzu ilk nasıl duydunuz?
Zatürree olduğumu düşünürken yapılan bir testle ortaya çıktı. Vücudum çok dirençsizdi, hastalığım ağırlaştı.
Duyunca sizin için hayat nasıl yön değiştirdi?
Öncelikle bunu insanlara nasıl açıklayacağımı düşündüm. Gençtim, korunmasız birçok ilişki kurmuştum. Bunun ne kadar önemli olduğunu anlayamamıştım ama dikkatsizlik bana bunu yaşatmıştı.
TEK YOL YAŞAMAK AYAKTA DURMAKTI
İlk kime söylediniz?
Bunu hep içimde tutmayı tercih ettim ve etrafıma dar bir alan ördüm. İlk, eşime söyledim. Yani şimdi eşim, o zaman kız arkadaşımdı. Bir zaman sonra kardeşime söyledim. Ancak bu dönemde büyük bir travma yaşadım.
Bir yandan da tedavi olmaya çalışıyorsunuz
Öncelikle hastalıkla, tedaviye erişimle mücadele etmeye başladım. Hastaneler ve bürokrasi çok yıpratıcıydı Ama yavaş yavaş hayatım şekillenmeye başladı. Daha iyi oldukça bir adım atıyorsunuz, daha iyi oldukça bir adım daha Önce işe girdim, sonra sosyal hayatıma devam ettim, evlendim. Hayata beni bağlayan, yapabilecek başka bir şey olmamasıydı. Tek yol vardı, yaşamak, ayakta durmak.
Hastalıkla baş edemeyip depresyona giren, intihar eden insanlar da var. Sonuçta bu ölümcül bir hastalık değil. İlaçlarla uzun süre kaliteli bir yaşam sürmek mümkün. Siz nasıl bir ışık yaktınız da ayakta kaldınız?
Bu insanın birey olmasıyla alakalı. Ailesiyle, yetiştirilme tarzıyla, eğitimiyle ilintili. Hayatın hep içinde olmuş, kendileriyle barışık olan insanlar ayakta kalmayı, hayattan kopmamayı başarabiliyor. Ama bu da hemen olmuyor. Belli bir zaman geçmesi gerekiyor. Ben de belli bir süre üzgün ve insanlardan uzak bir hayat yaşadım ama sonra tekrar ayağa kalktım.
O zaman sevdiğiniz kadın elinizden tutup sizi ayağa kaldırmış
İnanılmaz bir sevgiyle benim yanımda oldu. Hiç ayrılmadık. Kendimi hiç yalnız hissetmedim. Aslında evlenmeye pek talip olan bir insan değildim. Zamanla sevgi ve aşk pekiştikçe, onun bana olan ilgisini, aşkını hissettikçe, fedakarlıklarını gördükçe onunla yaşlanmak istediğimi fark ettim.
Hayatınızın yarıda kesilebileceğini düşünüp korku mu duydunuz?
Belki de bu çok frenledi beni. Bazı şeylerden emin olmam gerekiyordu. Şu an nasıl ki bir çocuk sahibi olmayı çok istememize rağmen, kılı kırk yararak düşünüyoruz, o zaman da birçok kaygıyla uyuyamayıp sabahladığım gecem olmuştur. Düzenli ilaç kullanımıyla kaliteli ve sağlıklı bir yaşam sürebileceğimi öğrenmem bu kararda etkili oldu.
Baba olmaya kendinizi hazır hissediyor musunuz?
Hazır değilim.
Bunun HIV taşıyıcısı olmanızla bir ilgisi var mı?
Biraz var, biraz yok Doğacak olan, oğlum olmasını istiyorum bu arada, çocuğuma kaliteli bir hayat vermek istiyorum. Geleceğimle ilgili bir belirsizlik hissediyorum. Bana bir şey olduğunda, ona ne olacak kaygısı beni çok zorluyor. Onu ayakta tutacak alt yapıyı hazırlamam gerekiyor.
Ama kaygınız sadece ekonomik değil, anladığım kadarıyla
Esasında ‘onu görebilecek miyim’ korkusu var. O babasını ne kadar tanıyabilecek mi, babasız mı büyüyecek korkusu var
Şu anda kaç kişi biliyor?
Sadece 5-6 kişi biliyor. Bunu ne kadar gizli tutarsanız, o kadar rahat edersiniz. Çünkü paylaştığınız zaman ilişkiniz farklılaşabiliyor. O kişinin size bakışı, sözleri değişebiliyor. Sorular sormaya başlayabiliyor.
Her gün öğlenleri ilaç içiyorsunuz, iş arkadaşlarınız mutlaka fark ediyordur? Ne diyorsunuz?
Yalan söylemek zorunda kalıyorum. Bazen antibiyotik kullandığımı söylüyorum. Psikolojik sorunlarım olduğunu belirtip sinirsel ilaç kullanmak zorunda kaldığımı söylediğim de oldu.
Bir sırla yaşamak zor değil mi?
Zor, kolay değil. Ancak belli bir zaman sonra alışmaya başlıyorsunuz. İlk zamanlarda ise çok zorlanıyordum. Ben hayatımı sınırladım. Tedavimi tek bir doktor, tek bir eczacı ile yürütüyorum. Çok fazla kişiyle paylaşmıyorum. Hastalıktan, onu konuşmaktan uzak durarak yaşıyorum
Kalbinizin kırıldığını hissettiniz mi?
Çok Hastanelerde bunu çok yaşadık. Şimdi pek sık gitmiyorum. Tedavi edilebilmek için büyük mücadeleler verdik. Tartıştık, kavgalar ettik Sürekli bununla ilgili bir dernek kurulmasını bu yüzden de çok istedik. Pozitif Yaşam Derneği kuruldu. Zamanla insanlar da değişti, sağlık çalışanları da anlamaya başladı.
Hastayken, ruhunuzun da hasta olmaması için sağlık personelinden neler bekliyorsunuz? Örneğin psikoloğu, çeşitli branşlardan doktorları, diyetisyenleri olan ve sadece HIV hastalarına bakan merkezler olsa, daha rahat eder misiniz?
Böyle bir merkez bizi çok rahatlatır. Her hastalığımızda oraya gideriz. Personel eğitimli olduğu için ön yargılı bakışlarla ya da bilinçli, bilinçsiz yapılan olumsuz davranışlarla karşılaşmayız. Sık hastalanan insanlar olduğumuzdan ulaşabileceğimiz, gerekirse yatabileceğimiz merkezlerin olması işimizi daha kolaylaştırır, psikolojimiz büyük oranda değişir.
HIV’ın bulaşmadığı durumlar
Günlük yaşamda ve sosyal ilişkilerle bulaşmaz.
Öpüşme, dokunma, sarılma, el sıkışmayla bulaşmaz.
Herkese açık tuvalet, havuz, duştan bulaşmaz.
Başkalarının eşyalarını kullanmakla bulaşmaz.
Sinek, böcek sokması, hayvan ısırması ile bulaşmaz.
Ayrıntılı bilgi için www.pozitifyasam.org
TÜRKAN YILMAZER – turkan@aksam.com.tr
Ona ismini biz verdik, Levent. AIDS hastası. Hastalığını tesadüfen öğrendi, vasiyetini hazırladı, sonra yüzünü yaşama dönüp yolunu Pozitif Yaşam Derneği ile birleştirdi. Şimdi hastalığa ilişkin önyargıları kırmak için çabalıyor. Bunun için kendi deneyimini, yaşadıklarını paylaşmaktan çekinmiyor… Çünkü biliyor ki, insanın yaşamı her an değişebilir, herkes her an HIV pozitifle yüz yüze gelebilir.
HIV testinizin sonucu pozitif… Bu, şaka bile olsa, duyduğunuzda irkildiğiniz, tek eşli olsanız da başınıza gelme hali yüksek bir durum. Ameliyat olurken aldığınız kan, sizi hiç aldatmayacağını düşündüğünüz eşiniz, tanımadığınız biriyle yaşadığınız cinsel birliktelik, bu virüsü size taşıyabilir. İlk tanısı 1981’de ABD’de konulan, sonraları hem virüsün tanınması hem de tedavisi yönünde hızlı gelişme kaydedilen AIDS hala önyargılarımızın içinde hapis. HIV pozitif biri için tek alternatifin kısa bir sürede kötü bir şekilde ölmek olduğunu, seks işçileri ve eşcinsellerin yakalandığını, virüsün daha çok yabancı ülkelerde olduğunu düşünüyoruz hala. Bu önyargıları aşmak, HIV/ AIDS konusunda hem yurttaşları bilgilendirmek, hem de HIV taşıyıcısı olanlara destek vermek amacıyla kurulan Pozitif Yaşam Derneği, “HIV ve AIDS’e Yönelik Ayrımcılık ve Damgalanmaya Karşı Medya Mensupları Çalışması” başlattı. Çalışmanın ilk aşamasında da HIV taşıyıcıları gazetecilerle eşleştirildi. Cumhuriyet’in eşleştiği 1.5 yıl önce HIV pozitif teşhisi almış ve hiç tedavi görmediği halde hala oldukça sağlıklı görünen 32 yaşındaki bir mühendis. İsmini biz koyduk: Levent.
Buluştuğumuzda ilk soruyu o sordu, “Sağlıklı görünmem sizi şaşırtmadı mı?” HIV pozitif birinin tedavi ile uzun yıllar sağlıklı bir şekilde yaşayabildiğini bildiğim için buna şaşırmadım, ama 1.5 yıldır hiç tedavi almaması gerçekten şaşırtıcıydı. Sonra soru sırası bana geldi…
HIV taşıdığınızı nasıl öğrendiniz?
Babam ve abim kanserden vefat edince evdekiler benim de kanser incelemesi yaptırmamı istedi. Özel bir hastanenin onkoloji servisine gittim. Muayene ettiler ve bütün kan testlerini yaptılar. Karaciğer testlerinde sorun çıkınca, hepatit testi yapıldı ve C pozitif çıktı. Bu kez “Sifiliz, AIDS” testlerini yaptırmamı önerdiler. Kendime o kadar güveniyorum ki, çok rahat bir şekilde gidip kan verdim.
Ne zaman yanıt aldınız?
Üç gün sonra hastaneyi aradım, sonuçlarımın çıkmadığını söylediler, bir hafta sonra yine aynı yanıtı aldım. 10’ncu günün sonunda dayanamadım, hastane laboratuarını aradım, sonuçlarımın çıktığını ama sonuçları söyleyemeyeceklerini söylediler. Bana sonuçlarımı kim söyleyecekse, onunla konuşmak istedim, daha sonra arayacaklarını söyleyip telefonu kapattılar. Aynı gün saat 18.00’de ofiste toplantım vardı. O sırada doktor aradı. “Sonuçlarınızda değişik bir şeyler bulduk, HIV sonucunuz pozitif çıktı” dedi. Şoke oldum.
Bu sonucu beklemiyordunuz…
Beklemiyordum. Yurt içinde korunmasız ilişkim oldu, ama yurt dışına çıktığımda, her zaman korundum. Hep bir HIV/ AIDS olgusu vardı ama Türkiye’de çok az insanda vardır, bulaşması çok zordur diye düşünüyordum. Bugüne kadar medyadan izlediğimiz HIV’in, yurt dışından gelen seks işçilerinde bulunduğu onların da ülkelerine geri gönderildiği yolundaydı. Arada bir açıklanan raporlarda, Türkiye’de 300-500 hastanın olduğu söyleniyordu. Genel bir imaj var, HIV’li biri hasta görünümlü olur, zayıftır, sürekli öksürür, vücudunda lekeler taşır… Siz de buna bakıp, HIV taşıyıcısı olduğunu anlardım diye düşünüyorsunuz, ama anlamıyorsunuz.
Kimden aldığınızı tahmin edemiyor musunuz?
Tahmin edemiyorum çünkü her zaman seçici oldum. Ben geyim. Oldukça aktif bir gece hayatım, geniş bir çevrem vardı. İnsanlar genellikle HIV alacaklarını akıllarından bile geçirmiyorlar, ama ev kadınlarında bile var. Bugün iki bin kadar HIV pozitif var görünüyor, ama bu kontrolsüz bir şekilde ilerliyor. İnsanlar ne kondom kullanıp korunuyor ne de düzenli olarak test yaptırıyor. Oysa bilinçli olup test yaptırsalar, HIV pozitif olduklarını bilseler gidip bunu kimseye bulaştırmazlar.
Telefonda öğrenmeniz ne ilginç…
Evet. Ne tıbbi, ne psikolojik danışmanlık, doktor aradı ve hiçbir şey söylemeden, “Test sonuçlarınızda, bir yanlışlık veya bozukluk var, HIV sonucunuz pozitif çıktı” dedi. Ne yapmam gerektiğini sorup, “bana bir yol gösterin” dediğimde, “Bu HIV sonuçları yanlış pozitiflik verebiliyor, en iyisi siz bu testi birkaç yerde daha yaptırın” diye yanıtladı. Bu holdingleşmek üzere olan büyük bir özel hastane, eğer siz bu hastalığı, hastaya bir enfeksiyon uzmanına anlattırmıyor, psikoloğunuzla görüştürmüyorsanız kapatın orayı…
İlk şoku atlattığınızda ne yaptınız?
Toplantıdan hemen ayrıldım, eve de gidemedim, dolandım dolandım. O gece hiç uyumadım, ertesi gün sabah altıda kalktım. Kaç tane açık hastane buldumsa gittim, test için kan verdim. Kafamda hep “Philadelphia” filmindeki AIDS karakteri vardı. Önce iyidir, sonra hastalanır, en sonunda ölür. Ben yaşayacağımı hiç düşünmedim o günlerde, hep öleceğimi düşünerek planlar yaptım. Konuyu bir dostuma anlattım. Arkadaşlarımın evine gidiyorum, kimse nasıl tepki vereceğini bilmiyor. “Üzülme geçer” ya da, “Ne yapalım bir çaresi bulunur” diyemiyor, çünkü kimse bilmiyor. “AIDS= ölüm” diye düşünülüyor.
Ne kadar aklınızda tuttunuz ölümü?
Yaklaşık 4-5 gün böyle sürdü. Avukat arkadaşımı aradım, hastalığımı söyledim ve vasiyetimi yazmasını istedim, “Sonra da beni hastaneye yatırırsınız” dedim. O beni ikna etti, -zaten AIDS Savaşım Derneği’nde çalışıyormuş- Samatya’daki İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürdü.
Şanssızlık içinde şans…
Evet, doktor çok iyiydi, testler yapıldı, Hepatit C tedavisine başlandı. HIV tedavisi için çok erken olduğunu, 5-10 sene içinde ilaç kullanmam gerekmeyebileceğini, 1980’li yılların teknolojsiyle bugünlere kadar yaşayan insanlar olduğunu anlattı. Büyük oranda rahatladım. Sonra kendimi bu derneğe verdim.
Aileniz biliyor mu?
Hayır, sadece iki yeğenim biliyor.
İş arkadaşlarınız?
İki ortağım var, onlara söyledim.
İlk tepkileri ne oldu?
“Devam edebilecek misin, yapabilecek misin, fiziksel gücün yerinde olacak mı” gibisinden sorular sordular, “Biz ikimiz kabul ediyoruz, ama ofiste çalışan 10 kişi daha var. Onlar öğrenirse bize dava açarlar mı” diye düşündüler. Daha sonra bunun olamayacağını öğrendik.
Bir insan hastalandığında önce hasta kişi düşünülür, ama burada sizden çok çevredekiler düşünülüyor gibi…
Ben de ölümden çok çevremdeki insanları düşündüm. Böyle bir şey nedeniyle ölmek çok kötü…
AIDS’ten ölmüş olmak neden kötü?
Kanserden, trafik kazasından ölürsünüz ama ailenize “oğlunuz neden öldü” diye sorulduğunda, “HIV pozitifti AIDS oldu öldü” demeleri çok zor. Çünkü hala kabul görmüş bir hastalık değil. Eğer siz bir HIV taşıyıcısıysanız, ya seks işçisi ya da gay, i…sinizdir ve bunu hak etmişsinizdir!
Bu önyargıyı değiştirmek için yapılabilecek bir şey var mı?
Şu anda yapmaya çalıştığımız bu. Ben bunları yaşadım bir şekilde ve atlattım, ama benden sonra gelecekler belki bu kadar aklı başında, konuya hakim insanlarla çevrili olmayabilirler. Birçok insanın bu nedenle intihara kadar gittiğini biliyoruz.
Partneriniz var mı, ona söylediniz mi?
Evet, HIV pozitif teşhisi konmadan üç ay önce ilişkimiz başlamıştı ve korunmasız beraber oluyorduk. En zoru da ona açıklamaktı, 6-7 gün onunla hiç görüşmedim. Olayı kendim karayana kadar, her aradığında bir bahane uyduruyordum. Ona bulaştırmış olabileceğimi düşünüyor ve suçluluk hissediyordum. Sonunda söyledim. Hemen ban sarıldı, “Hiçbir şeyden korkma, her şey yoluna girer, ilacı neyse alınır, yurtdışına gidilir” diye teselli vermeye başladı. Çok şaşırmıştım, beklemediğim bir destekti. “Eğer bana bulaştıysa bunu kabulleneceğim ve bir şekilde yaşamaya devam edeceğim. Sen korunmasız ilişkiye girdiysen, ben de girdim. Sen pozitif ben pozitif yaşamaya devam ederiz” dedi. Çok normal değildi, ama güzel bir tepkiydi.
Hiç bocalama yaşamadı mı?
Yaşamadı ya da bana belli etmedi. Elbette yaşar, o da benle aynı yaşta, iyi kariyeri, daha yaşayacak çok şeyi olan bir insan. 1.5 sene oldu beraberiz. Testlerini yaptırdı, bir şey çıkmadı.
Bu çok şaşırtıcı…
Evet, ona bulaşmamış, HIV çok kolay bulaşan bir virüs, ama bulaşmayabiliyor da. 3-6 ayda bir test yaptırıyoruz. Şimdi korunmasız birlikte olmuyoruz.
Öğrendikten sonra yaşamınızda nasıl bir değişiklik oldu?
Önceleri çok daha agresif bir insandım, her şey tam olsun isterdim, evim, arabam, mutlu bir hayatım… Ama başınıza her an, her şey gelebilirmiş. Sonra, “Ben burada ziyaretçiyim, insanları kırmadan, burada yaşayabileceğim, en güzel zamanları yaşamaya çalışmalıyım” demeye başladım. Çok olgunlaştığımı düşünüyorum. Şimdi yaptığım da derneğe yeni katılacak insanlara yardımcı olmak ve onları hayata bağlamak.
Değişikliği kabullenmek zor oldu mu?
İlk 3-6 ay zordu. Bir şarkı dinlediğimde, onun çağrıştırdıklarıyla, ne güzel günlerdi, hayatım elimden alındı diye düşünüp ağlamaya başlıyordum. Şimdi daha düzenli yaşıyorum, yediklerime dikkat ediyorum. 1.5 yıldır içki içmiyorum. Hem HIV hem hepatit C olduğum için, çok daha fazla dikkat etmem gerekiyor, ağırlıklı olarak, sebze ve meyve tüketiyorum. Spor yapıyorum.
Kaynak: Cumhuriyet Dergi, 27 Mayıs 2007
(03.06.2007) Bade Gürleyen/Tempo Dergisi
“Keşke herkese ‘HIV pozitifim’ diyebilsem”
İstanbul Mecidiyeköy’de bir cafede taze demlenmiş çayımızı yudumluyor, bir yandan da derin bir sohbetin içinde kayboluyoruz. Yıllardır tanışıyoruz sanki. Sanki bu, ilk buluşmamız, ilk karşılaşmamız değil. Öylesine samimi, öylesine neşeli, keyifli bir sohbete balıklama dalıyoruz ki, yanımızda “Bir şey daha içer misiniz?” diyen garsonu, hatta “Abi n’olur bi sigara parası ver” diyen dilenci çocuğu
“Keşke HIV pozitif olduğumu herkese söyleyebilsem…” diyor Tayfun iç çekerek. İç çekiyor çekmesine ama gözleri gülüyor yine de. İnsanların, gözlerindeki bu pırıltıyı da almalarına kesinlikle izin vermediği açıkça görülüyor. Pırıl, pırıl, cıvıl cıvıl bir genç o. AIDS’e yol açan HIV virüsünü kendisini aldatan eski kız arkadaşından kaptığını anlatıyor bana. “Beni asla bulmaz bu virüs” diyormuş demesine ancak bulmuş işte… Bunu öğrenince hayata küsmek mi? “Hayata küsmek” diye bir şey yazmıyor Tayfun’un kitabında. Çünkü o bilinçli bir genç. HIV/AIDS’in diyabet gibi kronik bir hastalıktan hiçbir farkı olmadığını, virüsün ilaçlarla çok iyi bir şekilde kontrol altına alınabileceğini, ayrıca HIV virüsünün herkeste AIDS hastalığına dönüşmediğini, AIDS hastası olmadan bile bu virüsle yıllarca yaşanabileceğini, virüsü taşıyan insanların da hayatlarını normal bir şekilde çalışarak, okuyarak, sağlıklı insanlarla aynı ortamı paylaşarak sürdürebileceğini biliyor. Çünkü Tayfun araştırıyor. Okuyor, uzmanlara soruyor. Konu komşuya değil. O, diğer insanlarla aynı havayı soluyor, onlarla tokalaşıyor, kucaklaşıyor, öpüşüyor, aynı tabaktan yemek yiyor… Bu şekilde virüsün diğer insanlara bulaşmadığını, virüsün sadece kanyolu ve korunmasız cinsel ilişkiyle bulaştığını biliyor çünkü… Ancak yine de HIV pozitif olduğunu kimseye söyleyemiyor. İnsanlarımız, bunu içinde saklamaya zorluyorlar onu çünkü. Araştırmıyorlar, bilimsel verilere inanmıyorlar, AIDS hastalarının hepsine “eşcinsel” gözüyle bakmayı ve önyargılarla yaşamayı tercih ediyorlar. Bu tutumları yüzünden binlerce insanın adeta evde hapis hayatı yaşaması, hastalıklarını kimseyle paylaşamaması, dışlanma korkusuyla sonuçları çok başarılı olan ilaç tedavisine bile başvurmamaları umurlarında bile olmuyor… Kendi ailelerinden, eşlerinden, dostlarından bile gizliyor HIV pozitif olanlar bu gerçeği. Oysa bu, sadece onların gerçeği değil. Toplumun belki de en büyük gerçeği. Her ne kadar insanlar kendilerini bu “gerçekten” uzak görseler de…
“Ölmekten vazgeçtim”
Tayfun 28 yaşında… Şu an büyük bir sigorta şirketinde çalışıyor. Özel hayatında olduğu gibi, iş hayatında da sergilediği sempatik tavırlarıyla herkesin gönlünde ayrı bir taht kurmuş vaziyette. Benim gönlümdeki tahta da bir anda yerleşen Tayfun, vücudunda dolaşan “virüsüyle” oldukça barışık olduğunu ve ona adeta meydan okuduğunu anlatıyor. “Peki AIDS testi yaptırmak nereden aklına geldi?” diye soruyorum. O da anlatıyor: “29 Kasım 2006’da bir arkadaşım Dünya AIDS Günü ile ilgili bir projeden dolayı ‘Elimde bedava HIV-Test kartı var, ister misin?” dedi. Ben de istedim. Son dakikaya kadar da herhangi bir tereddüt duymamıştım. Hatta esprisini bile yapmıştım ‘Şimdi bende çıkarmış, hahahaha’ diye. Çıktı vallahi”…
Yaklaşık altı ay önce tanı aldığını söylüyor Tayfun. Ancak şu an herhangi bir sağlık sorunu yok. Çünkü virüs bulaşan insanlar çok uzun yıllar belirtisiz bir şekilde bu virüsle yaşıyorlar. Virüs bağışıklık sistemine hasar vermeye başlayıp, bağışıklık sistemi mikroplara karşı savaşamaz hâle geldiğinde ise, hastalık belirtileri ortaya çıkmaya başlıyor. HIV bulaştıktan sonra AIDS hastalığı belirtileri 5-15 yıl, hatta bazen daha uzun bir süre sonra ortaya çıkıyor. Hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasıyla olan döneme “AIDS”, önceki belirtisiz döneme ise “HIV pozitif” adı veriliyor. Yani bir insan uzun yıllar, hastalığının farkına varmadan HIV virüsüyle birlikte yaşayıp, bu virüsü pek çok kişiye bulaştırabiliyor. Dolayısıyla bilinçli olmak çok önemli. İlaç tedavileri ise oldukça başarılı. Öyle ki yeni çıkan tedaviler ve birtakım ilaçların kombine kullanımıyla 20 yıla kadar uzayabiliyor bir hastanın yaşam süresi. İlaçlarını aldıkları sürece bu insanlar yaşamlarını kaliteli bir şekilde sürdürebiliyor, hatta sağlıklı insanlar kadar yaşayabiliyorlar. Ancak tedavi maalesef çok pahalı. Tayfun, şu an herhangi bir ilaç almasının gerekli olmadığını, ancak alması gerektiğinde bu masrafın altından nasıl kalkacağını düşünüyor kara kara…
HIV testinin üzerinde kocaman bir “pozitif” yazısını gördüğünde neler hissettiğini merak ediyorum. “Nasıl olsa öleceğim” diyerek çantasını sırtına alıp evi terk ettiğini söylüyor Tayfun. Yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Kan verdiğim laboratuvar yetkilisi beni arayarak benden tekrar kan almaları gerektiğini söyledi. Hiç panik olmadım, ama nedenini merak ettim. ‘Kan örneği yetersiz geldi, yenilemek gerekli, tedirgin olmayın’ dediler. Ben de zaten hiç panik olmamıştım. Sakin bir şekilde tekrar gittim kan vermeye. Ertesi gün aradığımda telefonla sonuç iletmediklerini, bizzat gitmem gerektiğini öğrendim. Nedense hâlâ içimde bir tereddüt yoktu. Ancak ikinci test de pozitif çıktı. Testin, İl Sağlık Müdürlüğü tarafından doğrulanması gerektiğini, panik yapmaya gerek olmadığını, bunun büyük bir ihtimalle ‘yalancı pozitif’lik anlamına geldiğini söylediler bana. Bana sadece ‘panik olmayın’ deyip durdular. Test öncesi ve sonrası herhangi bir danışmanlık almadım. Yaşadığım ilk kötü dönemin tek nedeni de budur zaten büyük oranda. Bütün testlerin pozitif olduğunu öğrenince gitmek istedim uzaklara. Eve gidip, sırt çantamı hazırlayıp hiçbir kimseye söylenecek bir söz bile bırakmadan terk ettim evi. Uzak bir yerlerde tek başıma ölmek istedim. Ama yapamadım. İnancım geldi aklıma çünkü. Ölmekten vazgeçtim”…
“Korku, bilgisizlikten kaynaklanıyor”
Büyük bir heyecanla dinliyorum Tayfun’u. Virüsü taşıdığını öğrendiğinde bir an önce ölmek istediğini anlatıyor bana. Ancak HIV/AIDS ile ilgili yaptığı araştırma sonucu, öyle sanıldığı gibi “kolay kolay ölünmediğini” görmüş… Hayat bu virüsle de kaliteli bir şekilde devam edebiliyormuş. Tabii ki bilinçli olunursa… Kendini bu hastalıkla ilgili bilinçlendirmiş, doğru kaynaklara danışarak, giderek daha fazla bilgi sahibi olmuş. Korktukça bilgilenmiş, bilgilendikçe de korkusunun azaldığını fark etmiş Tayfun. “HIV pozitif olduğumu benden başka sadece annem biliyor. Annem hemşire. Bunu bilmesi bana güç veriyor. O, bu durumu benden daha cesur karşıladı. Ancak babama söyleyemedim” diyor biraz buruk. “Neden?” diye sormaya dilim varmıyor. Nedenini tahmin edebiliyorum çünkü…
Internet başına geçip, günlerce araştırdığını anlatıyor Tayfun. “Ne zaman öleceğim?”, “Ne kadar yaşayacağım?”, “Nasıl öleceğim?” gibi şu an ona çok komik, çocukça, hatta cahilce gelen sorulara yanıt aramış durmuş. İlk başlarda o kadar yanlış bilgiler edinmiş ki… Yanlış kaynaklardan edindiği bilgiler, internet üzerinden bazı insanlarla yazışarak aldığı bu yanlış bilgiler ise, psikolojisini iyice bozmuş. Ancak internetteki forumlarda yazıştığı insanlardan aldığı “Hemen öleceksin, pek de gençmişsin” gibi yorumlara şu an sadece gülüp geçiyor Tayfun. Doğru bilgiye ulaşmanın çok zor olduğunu, HIV pozitif olan kişilerin bilinçlenmekte büyük sıkıntı yaşadıklarını anlatıyor: “O kadar yanlış bilginin ortasında olup, doğruya ulaşamamak sanırım benim sonum olurdu. Görsel, yazılı ve sesli tüm medya arşivlerine baktım ve HIV pozitif olan insanların direkt olarak suçlandığını gördüm. Yani bu durumda ne yapılabileceği ile ilgili değildi haberlerin çoğu. ‘Bunu nasıl hak eder insan?’, ‘Neler yaşarsa bu hâle gelir?’, ‘Nasıl AIDS’li damgası yer?’ içerikli tonlarca haber okudum. Pozitif Yaşam Derneği’nin sayfasına ulaşmamış olsaydım şu an hayatla bu kadar barışık olamayacaktım. Bu derneğin bana verdiği ikinci bir hayatı yaşıyorum şu an. Olmasaydı olamazdım”…
HIV/AIDS nedir? Bulaş-Bulaşmama yolları nelerdir? HIV pozitif olmak ne demek? Hayatı nasıl etkiler?… Bütün bu soruların yanıtını sonunda almış, aldığı yanlış bilgilerin tamamını sıfırlamış Tayfun. “Beni değil, hayatın benden ne beklediğini anlamamı sağlayan bir dernek olmamış olsaydı ne yapardım bilmiyorum. Korku bilgisizlikten kaynaklanıyormuş meğer… Öğrendikçe korku yok oluyor. Çok bilmen lazım. Öğrenmeye hazır ve istekli olman lazım” diyor ışıldayan gözlerle…
“Ee, aşk hayatı?” diye sormadan edemiyorum. Bir yandan çayını yudumluyor, bir yandan da nişanlısıyla tanı almadan üç ay önce ayrıldığını anlatıyor. Şu an İngiltere’de yaşayan eski nişanlısıyla oturup uzun uzun yüz yüze konuştuklarını söylüyor. Nişanlısının da daha sonra test yaptırdığını, ancak onun “negatif” çıktığını söylüyor mutlu bir şekilde. “Bitmiş olan ilişkimiz yeniden başlıyor gibi. Ayrılma nedenimizin ne kadar gereksiz olduğunu, ikimiz de ‘neden ayrıldık?’ sorusuna cevap bulamadığımız için anladık” diyor gülerek…
Hayat ile barışmayı, hatta hayattan önce kendileriyle barışmalarını, özellikle de bilgisiz çoğunluktan kendilerini sıyırmalarını öneriyor Tayfun tüm HIV/AIDS hastalarına. Çünkü içe kapanmalarının, hayata küsmelerinin tek nedeni bilinçsiz toplumun onlardan istediklerini yapmaları… Ona göre diyabet, kolesterol ya da kanser gibi bir hastalığı kimsenin hak etmediği gibi, bu hastalığı da kimse hak etmiyor. Yeni doğan bebekler, küçük çocuklar, gayet sıradan bir hayatı olan ev kadınları, öğretmenler, polisler, imamlar, doktorlar, öğrenciler, avukatlar, sıradan bir ameliyat sırasında kan nakli gereken Ayşe Teyze… Herkes yakalanabiliyor bu hastalığa… HIV/AIDS bir “eşcinsel hastalığı” değil. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre virüs, tüm dünyada
görmüyoruz bile.
Ailenizden birinin veya arkadaşınızın HIV virüsü taşıdığını öğrenseniz tepkiniz ne olur? AIDS olduğunu öğrenince bayılıp yere yığılan inşaat işçisi Mehmet B.’nin hayata tutunma mücadelesi…
Beyaz önlüklü doktor, bundan bir yıl önce hastane odasında acılar içinde kıvranan Mehmet Bey’e yaklaşarak, “Sen AIDS olmuşsun” der. O an dünyası başına yıkılarak bayılan hasta, ilk şoku atlatır atlatmaz hıçkırıklarla ağlamaya başlar. Aklında iki soru vardır: “Ben herhangi bir yasak ilişki yaşamadım, peki niçin hasta oldum? Acaba ne kadar ömrüm kaldı?”
12 yıl önce memleketi Erzincan’dan ‘taşı toprağı altın’ dedikleri İstanbul’a gelen Mehmet B., 30 yaşında bir inşaat işçisi. Evli, iki çocuğu var. Her gün sabah namazından sonra çalışmak için yollara koyulup, akşam olur olmaz da evine dönüyor yıllardır. Hayatını ailesine adayan Erzincanlı Mehmet’in sigara, içki gibi kötü alışkanlıkları da yok.
Mehmet Bey’le tanışmamız, HIV’li ve HIV Pozitiflere destek vermek amacıyla bir araya gelenlerin kurduğu Pozitif Yaşam Derneği sayesinde oldu. Mehmet Bey, oldukça halim selim biri. Kendisiyle buluşmamız büyük bir gizlilik içinde gerçekleşti. Mehmet B. ile önce hiç birebir irtibat kuramadık mesela. Dernek çalışanları iletişim vazifesi gördü. Bir araya geldiğimizde ise o da biz de biraz tedirgindik. Mehmet Bey önce çok vaktinin olmadığını söyledi. Dolayısıyla kısa bir tanışmadan sonra soru cevap faslına geçmek durumunda kaldık. Beyefendi, dakikalar ilerledikçe daha da rahatlamaya, yaşadıklarını ayrıntılı olarak anlatmaya başladı; böylece koyu bir sohbete de yelken açıldı.
İnşaatlarda çalışan Mehmet Bey, 2006 yılında bir kaza geçirir ve çene kemiği zarar görür. Bunun üzerine özel bir hastanede ameliyat olur. Lakin verilen hizmetten hiç de memnun kalmaz. “Eve geldiğimde yüzüme baktım; sargı bezlerimi dahi iyi sarmamışlardı.” diyor o günleri anlatırken. Sonra ameliyat şişlikleri tamamen inince çenesinin hâlâ yamuk olduğunu görür. Doktoruna başvurur ve gerekli düzeltmeyi yapmasını ister. İkinci ameliyattan kısa süre sonra vücudunun belli bölgelerinde kızarıklar oluşmaya başlar. Mehmet B.ye göre yapılan son ameliyatta HIV virüsünü kapmıştır.
BİRİ GELSE DE TEST YANLIŞMIŞ DESE!
Vücudundaki kızarıklıklar sıklaşınca soluğu 6 farklı doktorun yanında alır mağdur hasta. Fakat hekimlerin hepsi inşaat ortamından etkilendiğini ve alerji olduğunu söyler. Lakin verilen ilaçlar onu daha da kötüleştirir. Doktorlar halsizlik, yorgunluk çeken ve sürekli ishal olan hastalarını hastaneye yatırır. Bu sefer de cerrahlar devreye girer. Hiçbir şekilde durdurulamayan ishalin sebebi ise onlara göre hemoroittir. Tetkikler, bu şüpheyi de boşa çıkarır. İstanbul’daki bir devlet hastanesinde tetkikleri devam eden Mehmet B., kısa süre ev iznine çıkar ve Fransa’da yaşayan bir tıp profesörü arkadaşına sıkıntılarını anlatır. Profesör, tüm belirtilerin tek bir hastalığı gösterdiğini, Anti HIV testi yaptırmasını söyler. Test yapılır… Ve malum sonuç çıkar.
Şimdilerde oldukça sağlıklı görünen Mehmet Bey, kendisine AIDS olduğu söylendikten sonra ilk hissettiklerini anlatıyor: “O an bayılmışım. Uyandığımda sedyede yatıyordum. Anlamak, kabullenmek istemedim. Hâlâ daha kabullenmiş değilim. O günden beri birinin gelip ‘test sonuçları karışmış ya da yanlışmış’ demesini bekliyorum. O kadar çok ağladım ki; gözyaşlarımdan küçük bir deniz oluşurdu herhalde.” Teşhis sonrası Mehmet Bey’in annesi “Ben bu hastalığı anlamadım” deyince Mehmet B., “Vücudum mikrop kapmış, düzeleceğim, herhangi bir sorun yok” der.
İşin en zor kısmı ise kendisini bir an olsun yalnız bırakmamış fedakar hayat arkadaşına rahatsızlığını söylemektir. Çünkü eşinin, yasak bir ilişki sebebiyle bu hastalığa yakalandığını düşünmesinden çok korkar. Mahcup koca, eşine AIDS olduğunu; fakat ona hiçbir zaman ihanet etmediğini söyler. Eşi ise tahmin edilenin aksine hiç tepki vermez, sessiz kalır, biraz düşünüp: “Yeter ki sen iyileş, çocuklarımın babası, evimin direğisin, sana güveniyorum, inanıyorum. Allah seni bizim başımızdan eksik etmesin.” der. Bundan sonra da kocasından desteğini hiçbir zaman esirgemez. Tüm yaşadıklarından sonra Mehmet Bey, eşinin kulu-kölesi olduğunu, gözünün içine baktığını, evliliklerinin bu olayla birlikte daha da iyileştiğini gözlerinin içi gülerek anlatıyor bugün. SIRRINI
ÇEVRESİYLE PAYLAŞAMADI
Mehmet B. eşinden aldığı manevi destekle kendini biraz daha iyi hisseder. Fakat AIDS hakkında doktorların verdiği bilgiler tekrar moralini bozmaya yeter de artar bile. Enfeksiyon hastalıkları uzmanı bir doktor, Mehmet Bey’e çocuklarından, eşinden, iş arkadaşlarından kesinlikle uzak durmasını, tabak ve kaşıklarını ayırmasını, üstelik 1,5 yıla kadar ölebileceğini söyler. Duydukları karşısında ilk tepkisi: “Böle yaşanmaz, bana bir iğne vurun ve öldürün” şeklinde olur. Fakat kendi tabiriyle ‘Can tatlıdır’ ve her şeye rağmen yaşamayı istemek işte böyle bir şeydir!
Teşhisten sonra çevresine biraz ürkek biraz da çekingen bakan HIV’li hasta, ilk bir ay hastanede kalır. Önce vücut direnci yükseltilir, sonra da HIV virüsüne karşı tedavisi başlar. İlk zamanlar her HIV’linin yaşadığı gibi vücudu ilaçları tepki verir, sürekli istifra eder. Kısa zaman sonra virüsün ilaca karşı direnci düşer, ishali kesilir ve yavaş yavaş kendine gelmeye, eski sağlığına kavuşmaya başlar. Hastaneden taburcu olurken dışarıda kendini daha sıkıntılı bir hayatın beklediğinin farkındadır. Uzun zamandır ayrı kaldığı evine gelir, lakin doktorların yanlış uyarıları sebebiyle çocuklarını dahi içten sarılıp öpemez. Canparelerini her bağrına basmak istediğinde “Ya bulaşırsa, ya onlar da benim gibi hasta olurlarsa” der ve gözyaşlarını içine akıtarak onlardan uzaklaşır.
Tüm yaşadıkları bir yana aile reisi olarak da görevleri vardır. Çalışmaya başlar. Çünkü hastalığı çalışmasına mâni değildir. Öğle aralarında arkadaşlarıyla birlikte yemek yer; ama hep kaşığını, bardağını, tabağını elinin altından bırakmaz. Olur da arkadaşı kaşığını bardağını kullanır, hastalık bulaşır diye! Toplumsal önyargılardan korktuğu için de HIV’li olduğunu kimseyle paylaşmaz. Bu konuda güvenebileceği tek bir kişi bile yoktur çevresinde. Eve gelir bu sefer de eşinden, çocuklarından köşe bucak kaçar. Zaman zaman: “Allahım, bu nasıl bir imtihan? Dayanabilmem için bana güç ver” der. Ailesi, iş arkadaşları ve akrabaları olmasına rağmen tarif edemeyeceği kadar yalnız hisseder kendini. Otobüse binerek işine gidip gelir, her kalabalık ortamda aynı soruları sorar kendine: “Acaba burada benim gibi AIDS’li biri var mı? Derin nefes alır ya da hapşırırsam birilerini hasta eder miyim? HIV’li biri karşıma çıksa da (çıkmaz ama!) bana hastalığım hakkında bilgi verse, dertleşsek, biraz kendimi anlatabilsem, çok şey mi istemiş olurum?…”
KOCAN DAHA ÖLMEDİ Mİ?
“Nefes almak, ‘yaşamak’ için yeterli değilmiş” cümlesiyle geçirdiği tatsız tuzsuz günleri, uykusuz geceleri özetliyor Mehmet Bey. Tabii bu esnada hastalığını bilen birkaç akrabasının hastalandıktan sonra evlerine hiç gelmediğini, arada eşini arayarak ‘Kocan daha ölmedi mi?’ diye sorduklarını da ekleyerek… Sıkıntılı günler yalnızca bunlarla da sınırlı değildir. İlaçlar vücudunda yağlanma yapar ve hızla kilo almaya başlar. Bu durum da onu rahatsız eder. Ama ne yapacağını da bilemez. “Benimki sessiz bir bekleyişti, bir ağacın köklerinden kopup yavaş yavaş kuruduğunu …”
Kimseyle paylaşamadığı sıkıntılarla dolu tam 4 ay geçirir. HIV pozitif Mehmet B. nin AIDS’le ilgili bilgileri de ilk anda hastaneden öğrendikleri kadardır. Her ay rutin olarak kan tahlili için hastaneye gider. Sonuçları beklerken başucunda beliriveren genç doktor, kendisine küçük bir broşür uzatır: “Bunu al, oku ve acil oraya git” der. Mehmet Bey, duyduklarına anlam veremese de ertesi sabah soluğu Pozitif Yaşam Derneği’nde alır. Dernek yetkililerine 4 ay önce HIV teşhisi konduğunu, yardıma, bilgilendirmeye ihtiyacı olduğunu söyler. Kendisine ertesi gün için randevu verilir ve derneğin gönüllü doktoru Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Dilek Mamçu’yla tanışır. Dilek Hanım bu hastalığın cinsel münasebetle, kan yoluyla ve anneden bebeğe geçtiğini, bunun dışında; çatal- kaşıkla, temasla, öpmeyle, yiyecek içecekle, aynı ortamda soluk almakla bulaşmayacağını ve sebeplerini anlatır.
VE… YENİDEN HAYATA DÖNÜŞ
Duyduklarından sonra hayata, hastalığına bambaşka bakmaya başlayan Mehmet Bey: “Eğer buraya gelmeseydim, yitip gidecektim. 4 ay boyunca sırtımda beni ezen, başımı yere baktıran kocaman bir ağırlıkla gece gündüz geziyordum. Dernekten çıktığımda yükümü atmış, hafiflemiş, tıpkı bir kuş gibiydim. O gün eve otobüsle değil, sanki uçarak gittim.” Tabii bu yaşadıklarını eşine de anlatır: “Ben ölmeyeceğim, hastalık bizim bildiğimiz gibi değilmiş” cümleleriyle başlayıp Dr. Mamçu’nun anlattıklarını bir bir sıralar. Vefalı hanımefendinin uzun zaman sonra gözlerinin içi güler ve sadece: ‘Şükürler olsun!’ diyebilir.
Halbuki Mehmet Bey gibi HIV pozitif olmanız, bu virüsten öleceğiniz anlamına gelmiyor. Her HIV’li de AIDS olmuyor. Bağışıklık sistemini etkisiz hale getirmeye çalışan HIV virüsü eğer tedavi edilmez ve vücudun büyük bir bölümünü ele geçirirse hastalık AIDS’e dönüşüyor. Dolayısıyla HIV pozitif birinin tedavi gördüğü müddetçe bu virüsten ölmesi ‘imkan dışı’ olarak değerlendiriliyor. HIV’lilerin kullandığı ilaçlar virüsün ilerleyip vücudu ele geçirmesini önlüyor. Yani ilaçlarını düzenli kullanan her HIV’li sağlıklı olarak hayatını sürdürebiliyor. Ara ara yapılan kan tahlillerinin dışında da gerek dış görünüş gerekse de hal ve hareketlerde HIV’lilerin sağlıklı insanlardan hiçbir farkı kalmıyor. Hatta uzmanlar günümüzde kanser, verem, hepatit gibi hastalıklara oranla HIV’in daha az tehlikeli olduğunu da belirtiyor. Mehmet Bey’e gelince, günde tam 9 hap yutuyor. Hayatı boyunca bu hapları kullanacak olmaktan da henüz bir rahatsızlık duymuyor. Hatta eski sağlığına bu haplar sayesinde kavuştuğu için de ilaçlarının değerini biliyor. Devlet sosyal güvencesi olan HIV’lilerin ilaç masraflarını karşılıyor. Bir aylık ilaç masrafı yaklaşık 800 YTL.
HIV pozitiflerin vücut dirençlerini düşürmemeleri, dolayısıyla yeme-içmelerine dikkat etmeleri gerekiyor. AIDS ve HIV’lilere uzman diyetisyen konusunda da yardımcı olan dernek, Mehmet Bey’in fazla kilolarına da çare bulur ve sıkı bir diyete başlanır. Mehmet B., diyet yaptıkça hem hızla kilo verir hem de kendini daha sağlıklı, dinç hisseder.
HASTALIĞIMI KİMSEYE SÖYLEMEM
Artık hayatı düzene girmiş Mehmet Bey, AIDS’e karşı önyargının bu kadar fazla olduğu bir ortamda çevresindekilere ‘HIV Pozitif’im’ demeyi düşünmüyor. Çünkü inanıyor ki etrafındakiler hastalığını öğrenir öğrenmez koyunun kurttan kaçtığı gibi kendisinden kaçacak. Hatta öyle ki ileride çocuklarına bile söyleyip söylememe konusunda tereddütleri var. Ona göre ilaçlarını kullandığı müddetçe ne kendine ne de başkalarına zararı var; dolayısıyla bu ‘küçük sırrı’ kimsenin bilmesine de gerek yok. Üstelik bu bilginin kime ne faydası var?
Hayatında karıncayı bile incitmediğini söyleyen Mehmet Bey, AIDS’lilerin virüslerini bulaştırmak için türlü türlü yollar denedikleri söylentilerine çok üzüldüğünü, vicdanı olan kimsenin böyle bir şeyi aklından bile geçirmeyeceğini anlatıyor şaşkınlıkla. Dernekte 30 HIV’li arkadaşıyla ayda bir kez buluştuklarını, herkesin hayatla, kendiyle, hastalığıyla barışık olduğunu, toplumun HIV’lilerden korkmak için bir sebeplerinin olmadığını vurguluyor.
‘Taşı toprağı altın’ İstanbul’a göçene kadar çobanlık yapan Mehmet Bey, yaşadıklarının çok büyük bir imtihan olduğunu ilk günden itibaren idrak etmiş ve sabretmesi gerektiğine inanmış. En kötü anlarında dahi ailesinin ona ihtiyacı olduğunu düşünmüş. “Yeni yeni kendime geldim, hastaneye dava açmak istiyorum.” diyen HIV’li mağdur, hastalığından da şu anki hayatından da gayet memnun. Hatta birçok insandan da daha şanslı olduğunu söylüyor. Çünkü yeniden hayata tutunmanın sevincini, huzurunu yaşıyor doyasıya.
Perihan Özcan / Aktüel
24 Mayıs 2003, Antalya
Kendini halsiz, yorgun hatta bitkin hissediyor İlker. Burnu akıyor, hapşırıyor. Öksürük… Kaç gündür geçmiyor. Aslında basit bir soğuk algınlığı. Birkaç antibiyotik, biraz vitamin takviyesi…. Fayda etmiyor. Külçe gibi yatıyor, kalkmak istemiyor. Ateşi düşmek bilmiyor.
Karısı Ayça “Bu sefer uzun sürdü” diyor. Israr ediyor. Hastaneye gidiyorlar. Günlerden pazar. Acil servis doktoru “Madem geldiniz, sizi yatıralım. Bir bakalım” diyor. Tahliller yapılıyor. Efor, kan tahlili vesaire… En ufak kötü bir şey geçmiyor aklından.
25 Mayıs 2003, Antalya
Sonuçlar çıkıyor. Doktor geliyor. Doğrudan konuya giriyor: “HIV Pozitifsiniz.” Anlamıyor, “Nasıl” diyor. Karşısındaki tekrarlıyor: “HIV Pozitif taşıyıcısısınız …” Afallıyor. İki kelimelik cümlenin ne anlama geldiğini elbette biliyor. Beklediği bir şey değil. Ağzından “Nasıl yani AIDS miyim”den başka bir söz çıkmıyor. O anda kendisini tıpkı bir bebek gibi hissediyor. Doktor açıklamaya çalışıyor. “Hayır AIDS hastası değilsiniz. HIV+ taşıyıcısısınız. Sonuçlar bazen aldatıcı olabiliyor. Bir daha bakalım” diyor. Tahliller tekrarlanıyor.
Hayır… Sonuç değişmiyor. Ne zamandan beri bu virüsü kanında taşıyor? Tahlil sonuçları bu kadar bilgi vermiyor. Hangi aşamada? Epeyce ilerlemiş… Ne?.. İlerlemiş mi?… Ölecek mi? Kendisini “arafta” hissediyor. Aklına bir yaşındaki oğlu geliyor. Ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilemiyor. Hemen Ayça’yı arıyor. Ayça yolda, arabada. “Hemen geliyorum” diyor. Aklına birkaç yıl önce gazetede okuduğu HIV+ taşıyan İngiliz geliyor. On yıl bu virüsle nasıl yaşayabildiğine şaşırıp internette yaptığı araştırmalar geçiyor aklından hızlı hızlı. İlk şoku atlatıyor. On beş dakika sonra Ayça yanında. Aynı testler ona da uygulanıyor. Ne yazık ki gelen kağıtlar farklı bir şey söylemiyor.
“Nasıl oldu bu” diye tartışarak kaybedecek vakitleri yok. Mert daha çok küçük. Derhal ona bakılması gerekiyor. Bir gün daha hastanede kalması gerekiyor.
26 Mayıs 2003, Antalya
Farkında değil ama akşam Mert’e sanki onu bir daha göremeyecekmiş gibi bakıyor. Sonradan Ayça dışarıdan nasıl göründüğünü anlatıyor. Her zamankinden farklı kucaklıyor, öpüyor, kokluyor. Sanki onu yalnız bırakıp gidecekmiş gibi geliyor. Birkaç gün böyle geçiyor.
30 Mayıs 2003, Ankara
Mert’in testi sadece burada yapılabiliyor. Hemşire kan almaya geliyor. Elinde şırınga neyi olduğunu soruyor. İlker orada bulunma nedenlerini kısaca açıklıyor. Hemşire “Sarılık mı” diyor. “Hayır” diyor İlker ama söyledikleri fayda etmiyor. Bu kez “Hepatit B mi” diye soruyor. “Sarılık mı” diye ısrar ediyor. İlker ancak “Hayır AIDS” derse anlaşılabileceğini düşünüyor. Öyle olmadıklarını tabii ki biliyor. Ama başka türlü anlatamıyor. Hemşireye “Bakın hanımefendi , HIV+ olmak AIDS olmak anlamına gelmiyor. İkisi farklı şeyler. Biz AIDS değiliz. Sadece taşıdığımız virüs oğlumuzda da var mı bunu bilmemiz gerekiyor” demesinin fayda etmeyeceğini fark ediyor. Susup bekliyor.
Hemşirenin gözleri kocaman. Elindeki şırıngayı bırakıp gidiyor. Ellerinde bileklerinin üstüne kadar çekilmiş eldivenlerle dönüyor. Aynı eldivenler muayeneye giren doktorun ellerinde de var…
02 Haziran 2003, Ankara
Test sonuçları çıkıyor. Virüs Mert’in küçük bedeninde de geziyor. Kendileri ilaç kullanmaya başlayalı çok oldu. Ama Mert’inkiler farklı. Girdikleri ilk eczane ilaçları getirteceğini söylüyor. Bekliyorlar. Üç gün, bir hafta, on gün… İlaçlar bir türlü gelmiyor. İlker’le Ayça’nın içi gidiyor. Ya Mert’e bir şey olursa?
Başka bir eczaneye soruyorlar. İlaç orada var. Nasıl oluyor? Hani “dışarıdan” çok zor getirtilen ilaçlardı bunlar? İlk gittikleri eczanenin borcundan dolayı ilaç deposundan mal alamadığı için onları oyaladığı ortaya çıkıyor. Öfkeliler ama bir şey yapamıyorlar.
İlaçlar ağır. Mert yan etkileri yüzünden sürekli ağlıyor. Kusuyor.
30 Haziran 2003, Ankara
Testler tekrarlanıyor. Mucize… Mert HIV+ değil. Ama nasıl olabilir ki bu? Bunca zaman içtiği ilaçlar, günler süren ağlamalar… Hepsi boşuna mıydı? Evet… Derin bir nefes alıyorlar.
Hiç değilse aramızdan biri kurtuldu diye düşünüyorlar. Doktorlarının “kurtulmak” ifadesine ne kadar kızacağını henüz bilmiyorlar.
27 Haziran 2003, Antalya
AIDS olmadıklarını biliyorlar. Ama taşıdıkları virüsün kendilerini hızla bu aşamaya taşıyacağından endişe ediyorlar. Doktora soruyorlar: “Ölecek miyiz?” Doktor kızıyor: “Ne ölmesi? Lütfen ya… Rica ederim.” Açıklıyor. Vücutlarında virüsle mücadele edecek “asker sayılarından” bahsediyor. İlker’in askerleri hızla çoğalıyor. Ayça’nın savaşçıları zaten epeyce kalabalık. Bu arada İlker tekrar internette HIV+hakkında araştırmalara başlıyor. Doktorun söylediklerini internet pekiştiriyor: Yaşasın. Ölmüyorlar!
Ocak 2004, Antalya
İlker’in telefonu çalıyor. Bir HIV+ hastasının kendisiyle görüşmek istediğini söylüyorlar hastaneden. Numarasının verilmesine müsaade ediyor. Bir süre sonra telefonu tekrar çalıyor. Arayan HIV+ taşıyıcısı başından itibaren yaşadıklarını anlatıyor. Korkacak hiçbir şey olmadığını söylüyor. Hayatı bir hepatitlininkinden daha rahat. Yalnız olmadıklarını bilmek rahatlatıyor.
Temmuz 2006, Antalya
Hayat olağan hızında akıp gidiyor. Tek sıkıntıları bunu gizlemek zorunda hissetmeleri kendilerini. İlker’in kuzeniyle Ayça’nın patronu dışında kimse bir şey bilmiyor. Rutin testler tekrarlanıyor. Asker sayıları düşüyor, çıkıyor. Ama biliyorlar, bu moral durumlarıyla çok ilgili. Doktorları ara sıra “Sizi aşk yaşatıyor” diye takılıyor. Tabii ki şaka yapıyor. Aşık olmayan HIV+ taşıyıcıları da bir yere gitmiyor. Söylemek istediği şu: Mutsuz olmadığınız için, hayatınızı endişe içinde geçirmediğiniz için bedeniniz gücünü kaybetmiyor.
Haziran 2007, Antalya
Hala virüsü ilk hangimiz nereden kaptık diye sormuyorlar birbirlerine. Sorsalar ne değişecek ki? Yedi sekiz yıldır virüsle birlikte yaşadıklarını biliyorlar. Yaşıyorlar ya, başka bir şey istemiyorlar.
Otuz sekiz yaşındaki İlker’le yirmi dokuz yaşındaki Ayça’nın sırrını hala kimse bilmiyor. Her gün birkaç kez ortak kutularında duran haplarını içmeyi ihmal etmiyorlar. Çıkıp HIV+ taşıyıcısı olmanın dünyanın sonu olmadığını herkese anlatmak istiyorlar. Ama akıllarına birkaç yıl önce İzmir’de HIV+ taşıyıcısı olan küçük erkek çocuğu geliyor. Hani akın akın anne babaların çocuklarını onun sınıfından almak için okula koştukları… Ortaya çıkıp konuştuklarında Mert’in başına gelecekleri düşünmek bile istemiyorlar.
HIV+ taşıdıkları için kendilerini başkalarından farklı hissetmiyorlar. Özel bir şey yapmaları gerekmiyor. Yapmıyorlar. Aslına bakılırsa korkuyla eldivenlere koşan hemşirelerle doktorlara, röntgen çekerken telaşlı bakışlarla uzaklaşan sağlık memurlarına, HIV+ taşıyıcısı herhangi birinin çatalını bıçağını ayıranlara artık gülüyorlar.
İlaçlarını aksatmadıkları sürece olağan herhangi bir hasta gibi hayatlarına devam edeceklerini biliyorlar. Tek sıkıntıları her gün bir sürü hap almak zorunda olmaları. Her şey iyi güzel de işte… Bir de şu şanslı Amerikalılar’la Avrupalılar’ın kullandığı tek dozda etkili olan ilaçlar Türkiye’ye gelebilse…
It is still the “unspoken disease,” one that is perceived to exist abroad but not in Turkey itself. Most media stories focus on HIV/AIDS in other countries, while the existence of people living with the virus in Turkey itself is rarely acknowledged publicly. When, occasionally a case makes the headlines in the media, it is often approached from a moral point of view. Turkey, with some 2,500 cases officially recorded, is among nations with a low incidence of HIV infection, but estimates from international organizations suggest the real number of sufferers could be up to seven to 10 times higher and, according to UNAIDS, is increasing more rapidly.
As I mentioned recently when I wrote about global access to anti-retroviral medications, HIV/AIDS is a chronic condition that can be managed with the right combination of drugs. The main problem here is that aside from having to live with the health implications of the illness, HIV/AIDS sufferers in Turkey worry about being found out and ostracized by close friends and relatives.
Due to lack of accurate information about ways of transmission and measures people can take to protect themselves, even among health personnel, there is a strong stigma attached to the virus and discrimination against people who have caught it. HIV/AIDS is approached from a moral point of view and sufferers are often believed to be “sinners” who have “brought it upon themselves.”
As a result, HIV/AIDS infection is often detected late when patients starts exhibiting symptoms and seek medical treatment. Some patients bear the burden of the disease alone, for fear or being abandoned by their relatives or their friends, or choose not to have be treated in the hope their illness won’t become public.
There are, however, hopeful signs that the wall of silence that is keeping HIV/AIDS patients and their relatives socially isolated is slowly beginning to crumble. I recently spotted a banner hung across a street by Beşiktaş Municipality, which is now offering free and confidential AIDS testing and counseling. Similar centers are being set up in various parts of Turkey, encouraging people who fear they have been infected to see doctors. The Global Fund is spending nearly million financing programs in Turkey via the Ministry of Health aimed at providing better information to the population at large, and especially to people most at risk such as sex workers and drug users. Condom use, for instance, is still very low in Turkey because the risk of transmission is still not well understood. Several nongovernmental organizations have been set up to help HIV/AIDS patients. Pozitif Yaşam (Positive Life Association) in Istanbul, for instance, was founded in 2005 to provide psychological and medical counseling to HIV/AIDS patients. It also helps them to get in touch with other people in a similar situation. For many HIV/AIDS sufferers, being part of self-help groups is an important step toward accepting their condition and learning to live it.
At Positive Life, representatives acknowledge that changing social perceptions and removing the prejudices will take time. Lifting the veil of secrecy and allowing HIV/AIDS to be discussed openly is important to protect more people from contracting the virus, and help those who have it get access to medical treatment and a life without fear of social discrimination.
Positive Life Association Helpline 0216 418 10 61
Türkçe Çevirisi: Selen Akhuy
Today’s Zaman 22.05.07
Hala “sözü edilmeyen” bir hastalık bu. Yurtdışında var da Türkiye’de yokmuş gibi algılanıyor. Medya haberlerinin çoğu diğer ülkelerdeki HIV/AIDS’e yoğunlaşıyor ve Türkiye’de bu virüsle yaşayan insanların varlığı nadiren kamuoyuna yansıyor. Ara sıra bir vaka manşetlere taşındığında, bu haber çoğunlukla ahlaki bir yaklaşımla sunuluyor. Kayıtlı 2500 vakanın görüldüğü Türkiye, HIV enfeksiyonunun az rastlandığı ülkeler arasında, ne var ki uluslararası organizasyonlar Türkiye’de HIV’le yaşayanların gerçek sayısının 7 ila 10 kat fazla olabileceğini tahmin ediyorlar ve UNAIDS’e göre bu sayı hızla artıyor.
Kısa süre önce antiretroviral ilaçlara ulaşım hakkındaki yazımda da değindiğim gibi, HIV/AIDS, doğru ilaç kombinasyonlarıyla kontrol altına alınabilen kronik bir hastalık. Buradaki başlıca sorun, hastalığın getirdiği sağlık sorunlarıyla mücadele etmenin yanısıra hastalığın öğrenilmesi sonucunda yakın dost ve akrabalar tarafından damgalanıp dışlanma korkusuyla baş edebilmek.
Bulaş yolları ve korunma önlemleri konusunda isabetli bilgilere sahip olunmadığından, sağlık personeli arasında bile bu virüse ve onu taşıyanlara karşı güçlü bir önyargı ve ayrımcılık söz konusu. HIV/AIDS’e ahlaki bir açıdan yaklaşılıyor ve bu virüsü taşıyanlar “kendi hatalarının sonuçlarını çeken günahkarlar” olarak görülüyor.
Sonuç olarak, HIV/AIDS enfeksiyonu genellikle belirtiler ortaya çıktığında ve hasta tıbbi tedaviye başvurduğunda tespit edilebiliyor. Bazı hastalar akrabaları ve arkadaşları tarafından reddedilme korkusu taşıdıklarından, hastalıkla tek başına mücadele etmek zorunda kalıyorlar, bazılarıysa hastalıklarının duyulmaması için tedavi olmayı reddediyorlar.
Öte yandan HIV/AIDS’le yaşayanları ve yakınlarını toplumdan ayıran sessizlik duvarının yıkılmaya başladığına dair umut verici işaretler var. Kısa süre önce Beşiktaş Belediyesi’nin ücretsiz ve gizli AIDS testi ve danışmanlığı hizmeti verdiğini duyuran bir afiş gördüm. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde benzer merkezler kuruluyor, böylece kendilerine virüs bulaştığından şüphelenen kişilerin doktorlarla görüşmeleri teşvik ediliyor. Küresel Fon, Türkiye’de Sağlık Bakanlığı aracılığıyla yaklaşık 4 milyon dolarlık bir program yürütüyor. Bu program kapsamında, halkın ve özellikle de seks işçileri ve uyuşturucu kullananlar gibi risk gruplarının daha iyi bilgilendirilmesi hedefleniyor, zira Türkiye’de bulaşma riski yeterince iyi anlaşılamadığından örneğin prezervatif kullanım oranı hala çok düşük.
HIV/AIDS’le yaşayanlara yardım etmek amacıyla 2005 yılında İstanbul’da kurulan Pozitif Yaşam Derneği (Positive Life Association) HIV/AIDS’le yaşayanlara psikolojik ve tıbbi danışmanlık hizmeti veriyor. Ayrıca benzer durumda olan kişilerin bir araya gelmesine önayak oluyor. HIV/AIDS’le yaşayanlar açısından böylesi bir kendi kendine yardım grubunun bir parçası olmak, durumlarını kabul etmek ve onunla yaşamak adına önemli bir adım teşkil ediyor.
Pozitif Yaşam Derneği temsilcileri sosyal algıların değişmesinin ve önyargıların ortadan kalkmasının zaman alacağının bilincinde. Gizlilik perdesini kaldırmak ve HIV/AIDS’in açıkça tartışılmasına fırsat vermek, daha çok insana virüs bulaşmasını önlemek ve virüsle yaşayanların tıbbi tedaviye ulaşıp toplumsal ayrımcılığa maruz kalmadan yaşayabilmeleri açısından son derece önemli.
Pozitif Yaşam Derneği Destek Hattı: 0216 418 10 61
10 Ekim 2007 Çarşamba
NTV-MSNBC
TÜLAY SAĞLAM
İSTANBUL – Selahattin Demirer 21 yaşında çalışmak için gittiği Romanya’dan dönerken kanında virüs olduğunu bilmiyordu. Türkiye’ye gelir gelmez evlendi. Virüsün varlığı ise, yıllar sonra karaciğer ameliyatı için hastaneye yattığında ortaya çıktı. Demirer ‘HIV pozitif’ ti. O, bu sonucu öğrendiği günlerde eşi doğum yaptı ve bir kızları oldu. Demirer için zor günler başladı. Önce kızını, sonra eşini kaybetti; işinden oldu; eşe dosta uzattığı eli hep havada kaldı; sonunda 1995’te kimsenin kolay kolay yapmayacağı bir şey yaptı; ‘5 yıldır HIV pozitif olduğunu’ dünyaya ilan etti. Selahattin Demirer, şimdi yeniden evli ve bir çocuk sahibi olmayı umuyor. Doktorlar da bunun mümkün olduğunu söylüyor. Demirer HIV’e karşı verdiği 17 yıllık mücadeleyi NTVMSNBC’ye anlattı.
VİRÜSÜ EŞİME DE BULAŞTIRDIM
“HIV pozitif olduğumu öğrendiğim andaki hislerimi anlatmam çok güç. O an her şeyi düşünüyorsunuz; çünkü bu konudaki bilgileriniz hep olumsuz yönde. O zaman medyada çıkan bütün haberler, bu hastalığın çok kısa sürede öldürdüğü şeklindeydi. Bu açıdan benim için büyük bir yıkım oldu. Bir ay mı, üç ay mı ömrüm kaldı, diye düşündüm. Ama en büyük acıyı eşime de virüsü bulaştırdığımı öğrendiğimde yaşadım. Bu beni çok derinden etkiledi, kendimi unutup onu düşünmeye başladım. Gerçekten çok zordu.”
İMDADINA YILDIRIM AKTUNA YETİŞMİŞ
İşsiz olduğu için sıkıntıları daha da artan Demirer’in imdadına, bir süre önce hayatını kaybeden, dönemin Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna yetişmiş.
Aktuna, AIDS konulu bir seminerde tanıştığı Demirer’in, Aksaray Ortaköy Devlet Hastanesi’ne telefon santralinde memur olarak girmesini sağlamış. Ancak Demirer için sıkıntılı günler birbirini kovalamış:
“Eşim ve ben, birlikte tedaviye başladık. Bu arada 4 yaşına gelen kızım bir gün grip oldu. Kızımı çalıştığım hastaneye götürdüm. Muayeneden sonra penisilin iğnesi yapıldı. Ama alerjisi varmış,
kızımı o anda kaybettim. Bu benim için ikinci bir yıkım oldu. O anda neler hissettiğimi ve yaşadığım acıları anlatacak kelime bulamıyorum.”
EŞİM TEDAVİYİ KESTİKTEN BİR AY SONRA ÖLDÜ
“Sanki benim için kaybetme süreci başlamıştı” diyen Demirer, kızından sonra işini, ardından da eşini kaybetmiş:
“Hastaneye gelen bir cerrah benim ve eşimin HIV pozitif olduğumuzu öğrendikten sonra, bizimle çok uğraştı. Çünkü HIV ve AIDS konusunda önyargıları vardı. Beni işten çıkarttırdı, 5 yıllık işimden etti. Zaten kızımı kaybettiğim için büyük bir üzüntü içindeydim, bunun üstüne bir doktorun, üstelik bir tıp adamının önyargısı nedeniyle işimden olmak ayrı bir travma oldu. Bütün bunların üzerine psikolojisi iyice bozulan eşim tedaviyi bıraktı. Hastalık hızla ilerlemeye başladı ve bir ay sonra da hayatını kaybetti.”
DOKTORLARIN ÖNYARGILI OLMASINI KABULLENEMEDİM
“Önyargıların acısını çok çektim. Beni en derinden üzen olaylardan birini de Ankara’daki büyük bir hastanede yaşadım. Yeşil kart ve Hacettepe’ye gidebilmek için sevk almam gerekiyordu. Aynı zamanda konunun uzmanı olan bir doktor bana ‘insanlığın yüz karası olduğumu’ söyledi.”
TÜRKİYE’DE BİR İLKE İMZA ATTI
Yaşadığı zorluklara rağmen mücadeleden vazgeçmeyen, düzenli ilaç tedavisini sürdüren Demirer, 1995 yılında, 5 yıldır HIV pozitif olduğunu kamuoyuyla paylaştı:
“HIV pozitif olduğumu ilan ettim. Türkiye’de adını ve hastalığını bu şekilde açıklayan ilk insan olduğumu söylüyorlar. Açıkladım, çünkü benim yaşadıklarımı başkalarının yaşamasını istemedim. Çünkü ben gerçekten çok kötü günler geçirdim ve büyük acılar, büyük pişmanlıklar yaşadım.”
ELİM HEP HAVADA KALDI
Ancak bu açıklamayı yaptıktan sonra, savaşması gereken önyargılar da çoğalmış: “Kendimi açıkladıktan sonra, sürekli tokalaştığım insanlarla karşılaştığımda elim havada kaldı, selamımı almayanlar oldu, benim girdiğim ortama girmek istemeyenler oldu. Yani gerçekten insanı yıkıma uğratacak çok olay yaşadım, her şeyden önemlisi dışlandım.”
BİLGİSİZLİĞİN BEDELİNİ AĞIR ÖDEDİM
Demirer yaşadıklarının bilgisizliğin sonucu olduğunu söylüyor ve “Bedeli ağır oldu” diyor: “Eşim kafasında yaşamayı bitirmişti, yaşama sarılmadı ve hep öleceğini düşündü. Yani kendisini zaten öldürmüştü, eğer bu düşünceye saplanıp kalmasaydı belki o da yaşıyor olacaktı. Beni hiç bir zaman suçlamadı, hep yanımda oldu ve destekledi. Ama ben kendimi hep suçladım ve hala da suçluyorum. Bu acıları atlatmak kolay değil. Geriye dönüp baktığımda Romanya’da yaşadığım günler ve Türkiye’ye döndükten sonraki hayatımda pişman olduğum noktalar var. Benim şu andaki bilgilerim ve bilinç düzeyim olsaydı başıma gelenlerin hiç birini yaşamazdım. Tamamen bilgisizlikten kaynaklandı ve bedeli çok ağır oldu.”
İKİNCİ EŞİM HIV NEGATİF
Bütün bu olumsuzluklardan sonra Selahattin Demirer’in rahat bir nefes almasını sağlayan olay ise, çocukluk arkadaşının evlenmeyi kabul etmesi olmuş: “İkinci eşim HIV pozitif olduğumu bilerek benimle evlenmeyi kabul etti. Zaten yaşadıklarımdan sonra böyle bir bilgiyi saklamanın nelere mal olduğunu bildiğim için kesinlikle saklamayı düşünmedim. İkimiz için de yeni bir başlangıç oldu. Ben onu önce AIDS ile Savaşım Derneği’ne gönderdim ve gerekli uyarıları benden değil de doktorlardan duysun istedim. Korunulduğu sürece bir şey olmayacağını söylediler ve biz evlendik. 8 yıldır evliyiz ve eşim hâlâ HIV negatif.
HAYATIMDAKİ ÖNCELİKLER; EŞİM, EVİM VE İLAÇLARIM
Demirer ikinci evliliği ve düzenli tedavisi sayesinde sıkıntıları yavaş yavaş geride bırakmaya başlamış. Bu arada SSK’dan emekli olup, bir avukatlık bürosunda çalışmaya başlamış. İlaçlarını SSK karşılıyor. “Hayatımdaki en önemli üç şey; evim, eşim ve ilaçlarım” diyor. HIV karşısındaki bu gücün en önemli kaynağının ise eşi olduğunu söylüyor: “Evliliğim çok iyi gidiyor, eşimin beni bilerek kabul etmesi, hayata bağlanmamda çok etkili oldu. Düşünün eşimi, çocuğumu ve işimi kaybettim. Üstelik toplumun yadırgadığı bir hastalıkla boğuşuyordum. Yani insanın hayatta değer verdiği ne varsa onları kaybetmiştim ve böyle bir dönemde ikinci eşim elimden tuttu. Böyle zor bir dönemde bir kadının destek vermesi ve sizi sahiplenmesi büyük bir şanstır. Ben de bu noktada çok şanslı olduğumu düşünüyorum.”
İLAÇLA YAŞANABİLDİĞİNE EN İYİ ÖRNEK BENİM
Yaşadıklarının başkalarının başına gelmemesi için, HIV pozitif hakkında bildiklerini anlatma misyonu edinen Demirer, “Bu işin sözcülüğünü yaptım ve bir yerde bu misyonu tamamladığımı düşünüyorum” diyor. Artık bu misyonu da Pozitif Yaşam Derneği’ne devrettiğini belirtiyor. HIV ve AIDS konusunda “iyi bir örnek” olduğunu vurgulayan Demirer, şöyle sesleniyor: “Korkmayın! Bu hastalığın kesin ölümle sonuçlanmadığını, tedaviyle uzun yıllar yaşanabileceğini ben gösterdim. Bu kadar sıkıntıyla başetmiş ve büyük kayıplar vermiş olmama rağmen bugün ayakta isem bunu herkes yapabilir. Yeter ki insanlar bu konuda önyargılı olmasınlar, yeter ki bilinçli olsunlar.”
ARTIK BABA OLMAK İSTİYORUM
Sıkıntılarını büyük ölçüde atlatan, tedavisi için ayda birkaç gün Ankara’ya gitmesi gerektiğini anlatan Demirer, bir tavsiyede bulunuyor: “Cinsellik her insanını ihtiyacı. İnsanlara tek önerim lütfen korunun.”
Demirer’in bundan sonraki en büyük hayali ise yeniden baba olabilmek: “Eğer tıbbi olarak bir sakınca yoksa ve doktorlar izin verirse tüp bebek yöntemiyle tekrar baba olmak istiyorum. Henüz kesin kararımızı vermedik ama eşim de, ben de eğer hayırlısıysa bir bebeğimizin olmasını çok arzuluyoruz.”
PROF. GÖKENGİN: SPERM YIKAMAYLA MÜMKÜN
‘HIV Pozitif’lere psikolojik sosyal, hukuki ve tıbbi destek veren Pozitif Yaşam Derneği’nin kurucularından, Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Deniz Gökengin, Selahattin Demirer gibi ‘HIV Pozitif’lerin çocuk yapmalarının mümkün olduğunu, bunun için “sperm yıkama” gibi özel tekniklerin kullanıldığını söyledi:
“Virüsün en yoğun bulunduğu yerlerden biri meni ve en çok bulaşma yollarından biri de sperm. O nedenle HIV pozitif biri bebek sahibi olacağı zaman sperm yıkama metoduyla virüsten arındırılıyor ve tüp bebek yöntemiyle anneye enjekte ediliyor. Anne de pozitif ise annenin ilaç kullanması, doğum sırasında ilaç uygulama, vajenden virüsün bulaşma riski daha fazla olduğu için sezeryanla doğum ve doğum sonrasında bebeğin emzirilmemesi gibi yöntemler uygulanır.”
TÜP YÖNTEMİYLE, VİRÜS BEBEĞE BULAŞMIYOR
Prof. Gökengin yöntemin güvenilirliğini ise şu sözlerle ifade ediyor: “Tıpta hiçbir şey için yüzde 100 terimiyle konuşamayız. Bu yöntemin de yüzde yüz koruyucu olduğunu söyleyemeyiz. Ama yurtdışında çok yaygın olarak uygulayan merkezlerden aldığımız bilgilere göre HIV pozitiflilere yapılan tüp bebek uygulamasında şu ana kadar bebeğe enfeksiyon bulaşması söz konusu değil. Yani Selahattin Bey ve onun gibi taşıyıcılar için uygun bir yöntem.”
AVUKAT KAYAR: HIV POZİTİF EVLİLİĞE ENGEL DEĞİL
Pozitif Yaşam Derneği Hukuk Danışmanı Avukat Habibe Yılmaz Kayar da, HIV taşıyıcılarının evlenmesinin yasal olup olmadığı yönündeki endişelere açıklık getirdi:
“Medeni Kanun’da kimlerin evlenmeyeceği çok açık olarak belirtilmiştir. Kanun, evlenme engeli olarak sadece ruh hastalıklarını göstermiş ve evlenmeye engel bir akıl hastalığının olup olmadığının sorgulanmasını istemiştir. Bu anlamda Medeni Kanun’da öngörülen evlenme engelleri içinde enfeksiyon hastalığı bulunması söz konusu değil. Evlilik öncesi yapılan testler korunmayı sağlama amaçlı. Kişilerin ileride yaşayabileceği sorunlar açısından aydınlatılmaları amacını taşır.”
En çok hatırlandığımız gün…
PYD olarak 1 Aralık Dünya AIDS günü nedeniyle sesimizi, sorunlarımızı,
taleplerimizi dile getirmeye çalıştık.
1 Aralık ve 2 Aralık 3 Aralık günlerinde yayınlanacak gazete ve dergilerden Hürriyet, Sabah, Milliyet, Radikal, Cumhuriyet, Aksiyon, Tempo, Turkish Dailynews, Akşam ve Taraf’ta dostlarımızın, uzmanlarımızın, gönüllü ve çalışanlarımızın röportajlarını bulabilirsiniz.
Yine PYD Yönetim kurulu başkanı Nejat Ünlü’nün 1 Aralık’ta ATV kahvaltı haberlerine konuk olacak.
PYD’nin 1 Aralık bültenine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Ayrımcılıkların yaşanmadığı 1 Aralıkları hep beraber görmek dileğiyle…